GERÇEKLERİ DUYUNCA ŞOK OLACAKSINIZ! – 12 Haziran 2021

12 Hazi̇ran Copy 2

Sizlere dizi tadında bir içerik hazırlayalım dedik bugün hatta bu dizinin fragmanı da şöyle olsun:

Sen Çal Kapımı, yeni sezon. Hande Erçel ve Kerem Bursin hayranları kitlenmiş yeni sezonu bekliyor. Masumlar Apartmanı finalinde neler var neler? Bu yaz kimler yine 3 aylık aşık olup hangi delikanlılar son model jetlerinden veya paha biçilemez arabalarından havalı havalı inip staj başvurusu yapan hangi kıza aşık olacak? -Bu ne lan? Bu ne?- Acaba kimlerin yüzüne un bulaşıp da ocakta yemek yanacak ve bu köz olmuş tava yeni başlayacak olan hangi yaz aşklarına vesile olacak?

 
Ne diyor bu adam diye diyorsunuz değil mi? Dur bakalım nereye bağlayacak modunda da olabilirsiniz. Sarıyorsa hikâye devam edeyim mi? :))


Havuz başı evler, sadece kapısının bile nasıl açıldığını haftalarca düşündüğümüz o pahalı arabalarla dolu bir yaz bizi bekliyor yani. Bundan önceki yazlarda da olduğu gibi. Geçen sene ki yaz hariç tabii, bütün dünya 2020 yılını pas geçti zaten. Yok öyle bir yıl yani. 2019 hooop 2021, atladık. Neyse. Şu sıcak siyaset bir kalsın kenarda şöyle bir dizileri konuşayım dedim.


Şimdi hikâye şöyle:

2 yakın erkek arkadaş ve 2 yakın kız kanka, bunlar sonra birlikte vakit geçirmekten müthiş keyif alıyorlar. Böyle golfünden yemeğine, işte masajına kadar hep beraber gidip geliyorlar yani beraber takılan bir arkadaş takımı olurlar ve bunların başına öyle şeyler gelir ki ne sen sor ne de ben anlatayım. Abi sen de abartma diyen varsa yazsın alta, nereyi abartıyormuşum? Eksiğim var, fazlam yok. Hee oğlanın ailesi bu işe karşı çıkıyor tabii. Çünkü kayınvalide her zamanki gibi, oğluna soylu bir ailenin kızını almaya kalkıyor ama bilmiyor ki oğlu bu aşktan vazgeçmez diye. Yeri gelir mirası elinin tersiyle iter ve 5 yıldızlı otellerde böyle şezlonglarda yaşamaya mahkûm olur ama kazanan tabii ki aşk olur. Yeşilçam’ın ruhu hâlâ canlı tutuluyor bu sektörde yani. :))

Sonra yıldızların altında hayal kurarken bu bizim delikanlı, kızımızın o masum gülüşü aklına gelir ve yerim ben böyle parayı der ve sabah hemen bir oto sanayide işe başlar. Hatta dur dur, kızla oğlan bir süre sevgili taklidi yapar hani etrafa karşı, sonra kaderin makus talihine karşı koyamayıp gerçekten aşık olurlar. Karıştırdım mı ben dizileri? Neyse.

Şimdi cevap verin bakayım. Az önce anlattığım dizinin adı sizce ne olur, he? İşte Kalp Çarpıntısı, Yazın Sıcak Olur, işte Sen İşine Bak, Evet Dersem Çık, Limon Sarısı, Kiraz Mevsimi… Yani sanki senaryo tamam da bizim işimiz bir tek isme kaldı. Yani dizinin ismini bulursak bu iş tamam. -Allah’ım siyasetten kaçıyoruz, böyle biraz muhabbet edelim, dizi işine girelim diye orası siyasetten de karışık :)) – Neyse.


İnsanın fıtratına keşke hiç uğramasa dediğimiz bir huy var. Nedir biliyor musunuz? Merak! Hani diyorlar ya, insanın başına ne geliyorsa meraktan geliyor diye. Tabii bu merak huyunun şu tarafı değil he: işte bir şeyi keşfetme, bir şeyi sorgulama, bir şeyin manasını ve anlamını çözmeye gayret etme, bir şeyi tanımlamayla ilgili yapılan araştırma değil; onda ne var, işte onun evinde ne var, tabağında ne var, işte üzerinde ne var kısmıyla alakalı olan tarafa karşıyım ben yani fıtratta var işte, gidiyor akıl bir yerde.

Şu son dönem de özellikle sosyal medya gerçeğiyle hayatımızın aslında tam merkezinde bu kelime, merak. Herkesi tenzih ediyorum burada, birde böyle diyenler var, işte “Herkesi tenzih ediyorum burada.” E kime diyorsun onu? Kendime diyorum abi. Herkesi tenzih  ediyorum ama sanki artık karı koca ilişkileri sadece böyle storylik ilişkiler. E arkadaşlık ilişkilerine bakıyorsun, postluk arkadaşlar; aile ilişkileri, işte sanki böyle mutlu aile tablolarındaki kahvaltı masalarından ibaret, yeni yemek takımları, bugün ne giydim paylaşımları, işte ne güzel yedim Allah affetsin içerikleri, ne olacak canım benim kalbim temiz, işte Allah’la benim aramdaki mesele, savunmaları ve laf sokma. Birde bunun yanında böyle aşırı pozitif görünme havaları falan. Bazılarında da böyle bir kedisini gösterme hastalığı var. Herkesin kedisi oldu fenomen. Arkadaşlar bunun üzerine, “-Ne yapıyor senin ki? -Ne yapsın miyavlıyor işte, senin ki? -Aynı abi, dün akşam bana patisini verdi. -Ciddi misin? Vay ne kadar akıllıymış.” Üzerine alınan alınsın, bunları bende hiç yapmıyor falan değilim he bu arada.


İşin latifesi bir yana dostlar, Hollanda’da 64 binden fazla ebeveyn çocuklarının güvenliği ve mahremiyetini yeterince korumadığı gerekçesiyle sosyal medya platformu olan TikTok aleyhine toplam 1,4 milyar euroluk dava açtı. 1,4 milyar euro! Aileler dedi ki, bu TikTok bizim çocuklarımızın mahremiyetine saldırıyor ve bunun için dava açtı. Peki bizde böyle bir şeye kalkışılsa ne olur? He? Diktatörün ülkesi oluruz değil mi? Bütün aileler, anneler, babalar şu siyasi yarış ve takıntılardan sadece bu konuda uzaklaşıp bu konuda adım atsa ne olur? He? Amerika’da 5 yaşındaki bir kız çocuğu TikTok’ta başlatılan o petrolle yazı yazma akımına video çekmek isterken ateşler içerisinde, alevler içerisinde kalmış. Şu anda da sol kolu hareket yetilerini kaybetmiş ve o kız o kolunu kullanamaz hale gelmiş.


Benim de var TikTok hesabım. Böyle arada içerikler koyup hani burada da olmak lazım diye düşünüp açtığım bir hesap ama yahu öyle bir kirlilik var orada ki, öyle yanlış yönlendirmeler var ki, öyle yalan dolan dolu şeyler var ki hangi birini düzeltip hangi birine karşı çıkabileceksin? Bilmiyorum.


Arkadaşlar, şu yakın zamanda 20 yaş challenge diye bir şey başladı sosyal medya platformlarında, görmüşsünüzdür. Hemen öncesinde de yani bundan bir iki sene önce de 10 yıl öncesi challenge başlatılmıştı. Hepimiz de tabii ki o fotoğrafları, o eski hallerimizi bir de üzerine etiketini de koyup paylaştık değil mi? Yetmedi, bir daha paylaştık. Aaa şu fotoğrafı mı da buldum, bunu da koyayım, onu da yanına koyayım, bak buydum, bu oldum… Hem de her platformda paylaştık. Peki bunların ne için yapıldığını biliyor musunuz? Yok. Ne için kullanılacağından haberiniz var mı? Yok. Peki yıllar içerisindeki o değişimin kimlere veri, data olacağını hiç hesaplayabildik mi? Yok.

Yapılan bir araştırma sonrası ölümsüzlüğü ve yaşlanmayı durdurmak için tüm dünyada bu challengenların veri olarak kullanıldığı ispatlanmış. “Yapma ya, o zaman ben dava açayım.” Kime dava açacaksın he, kaç kişi buna karşı çıkacaksın ya da bu saatten sonra neyi değiştirebileceksin ki? Hepsi zaten ellerinde. Hem de hazır bir şekilde sunmuşuz, böyle kendi rızamızla ve erişim izni vermişiz. Bundan sonra ne değişecek ki? “İşte bunlar komplo teorileri, yok öyle bir şey” diyen arkadaşlar, siz üzerinize alınmayın. Bu sözler size değil yani bilimsel araştırmalar, deneyler, analizler var diye cevap versem kabul eder misiniz bu tespiti? Yok. O zaman koy kenara.


Yıllar içerisindeki insan yüzünün, insanın hatlarının çizgilerinden bakışlarına, yer çekiminin getirdiği sonuçlardan gülüş şekillerine kadar tüm veriler toplanmış, kodlanmış ve yenileri için biz kurbanların datalarını vermelerini bekliyorlar. Mesela kimse şey diyor mu? “Yahu arkadaş, bu nereden çıktı ya?” ya da “Bunu kim çıkardı? Böyle bu bir anda böyle popüler mi oldu yani herkes bunun peşine mi takıldı? Ulan bunu ilk kim denedi?” ya da “İlk kim başlattı bu challenge?” diye soran birisi var mı? He? Yok. Haaa şeyi unuttum, böyle “bebeklik fotoğrafların ve bugünkü hali” diye de bir şey vardı. Şimdi beni takip eden arkadaşlar diyecek ki, “Abi sen de yayınlıyorsun.” Evet, ben burada kendim bilir kişiyim, size akıl veriyorum modunda değilim ki. Kurulu bir tezgâhın içinde yaşadığımızı, maruz kaldığımız şeylerin nerelere dayandığıyla alakalı yapılanları böyle sesli konuşan taraftayım ben.

Mesela Linkedin, genellikle böyle beyaz yaka insanların yani iş dünyasıyla ilgilenen insanların bilgilerini, verilerini, CV’sini, gelmişini geçmişini paylaştığı bir yerdi. Siber saldırı oldu ve bu Linkedin’in tüm dataları, bunları kendilerine denek olarak kullanmak isteyenlerin eline geçti yani senin bütün CV’n, evinin adresi, telefonun, hobilerin, eğitim durumun… Seninle alakalı bütün bilgiler birilerinin eline data olarak geçti. Peki Linkedin bununla alakalı herhangi bir bedel ödedi mi? Yok. Peki kimin eline geçti bunlar veyahutta da birileri bunları niçin kullanacak? Öyle ya, sokakta birisi durup bizden kimlik istese “Sen kimsin ya? Bir saniye senin evrağını bir göreyim.” deriz ona, değil mi? Ama birileri bizim cemaziyelevvelimize kadar hakim.

Peki bu, bu siber saldırı yapıldıktan sonra herhangi bir şey değişti mi? Yok, her şey rutin devam ediyor. Peki ben bunları konuştuktan sonra bir şey değişecek mi? Belki evet, neden omasın? Belki bir kişi, olabilir yani. Belki bir genç, belki bir ebeveyn…


Şimdi konuyu epey bir detaylandırarak gidiyorum ama bu konu hakikaten çok çok önemli. Düzenli olarak bu tarz içeriklerle de bir şeyler konuşmak ve bu videoda olduğu gibi bazı tespitleri paylaşmaya devam edeceğim.


Çoook eskiden beri gelen ve artık çok açık bir şekilde birilerinin hedefe koyduğu yer neresi biliyor musunuz? Aile! Evet, ailelerimiz. Şimdi aile konusunda bu hassasiyeti ve bu kurumu bu kadar kutsal sayan bizden başka herhangi bir toplum var mı? Hakikaten yok. 18 yaşındaki çocukları ayrı bir hayata çıkarmayı insanlık ve medeniyet diye kabul ediyorlar. Birey olma yolculuğunda ve sorumluluk bilincini kazanmasında önemli bir konu olduğu için bunu yaptıklarını söylüyorlar yani bu bize söylenen, bu bize yansıtılan olay.

Ben Almanya’da da, Belçika’da da yaşadım. Özellikle de Almanya’da aileler evden ayrılan birine sırf bir boğaz daha eksildi, aile ekonomisindeki yük biraz daha hafifledi diye bakıyorlar olaya. Öyle bizdeki gibi gençlerin işte arkadaşları evlerde toplanacak, işte anne-baba onlara masalar kuracak, işte evde toplu gruplar misafir edilecek, ağırlanacak… Öyle bir şey yok oralarda. Katiyen yok. Bazı aileler var, özellikle de o Türk Müslüman aileler, onlar Anadolu usulü misafirperverlik kültürünü yaşatmaya çalışıyorlar, onun için onları ayrı tutuyorum ama genelde Avrupa’da eğer ayda bir kez misafir geldiyse eve ki o da kesin böyle planlı, programlı olur, hani çok önceden haber verilmiştir, saati ayarlanmıştır ve neyin ikram edileceği de 3 hafta önce belirlenmiştir. Böyle bir programdır yani. Aynı ayın içerisinde sürpriz bir misafir o evin kapısından içeriye giremez. Zaten kabul etmeyeceği için ev sahibi de kimse de kalkıp bir yere misafirliğe gitmez. Hani onlarda kim gelirse gelsin misafir berekettir, başımızın üstünde yeri vardır anlayışı yok yani anlayacağınız. O sadece bizde, Anadolu’da var.

Neyse yani bu Avrupa’nın bize dayattığı medeniyet anlayışı nedir, nasıldır? Orası da tartışılır. Şimdi tabii misafir kabul etmiyorlar diye bütün Avrupa’ya bunlar medeni değildir diyemeyiz. Ben yalnızca bu yaşantı modelinin, aile birliği ve aile birlikteliğiyle uzaktan yakından ilgisinin olmadığını belli etmek için anlattım bunu yani bizdeki aile, onlardaki aile olayını net bir şekilde görelim diye.

Şimdi buradan geliyorum başta bahsettiğim konuya yani bizdeki diziler meselesine. Aslında bu konuya odaklanmak için başladım ama konu böyle açıldıkça açıldı, hepsi de birbiriyle bağlantılı şeyler olduğu için de biraz uzattım.

Dizilerimizle ve dizilerimizdeki hikâyelerle dünyaya nam salmış bir milletiz. Gerçekten bu konuda gerçekten çok iyiyiz. Hele dünyadaki dizi pazarında bizim dizilerin satışları, bu dizilere olan merak her geçen gün daha da artıyor. Yalnız bu ilgi alaka evet güzel, problem yok. Güzel de reklamın nasıl yapıldığı da aslında biraz önemli yani kişi başına 3-4 tane hatun düşen ve Türkiye’deki aile hayatını ve evlilik yaşantısını sadece aldatma, sadece karısının arkasından iş çevirme, işte kocasının peşine düşme hikâyelerinden ibaret zannediyor birileri. Töre dizileri vardı, yurt dışından izlendiğinde oradaki insanlar hepimizi, böyle sevdiğimiz kızı tutup kolundan konağın avlusuna getirip isteseniz de istemeseniz de ben bu kızı alacağım diye haykırıyoruz zannediyorlardı bizi. Gerçi bırakın dış ülkelerdeki o pazardaki karşılık görmeyi, bizim ülkemizde de pek bir farkı yok. Yapımcılar, bu televizyon kanallarının sahipleri reyting peşindeler ama reyting derdine düşerken bu yapımların bizde bıraktığı enkazın farkında değil bile değiller.

Yasak Elma diye bir dizi var Fox TV’de. Adam bilmem kaç sezondur böyle farklı farklı kadınlarla dizinin adındaki o Yasak Elma’nın hakkını dibine kadar veriyor abi. Lüks arabalar, aşırı pahalı marka kıyafetler, işte tek taş yüzükler, yatlar katlar, olmazsa olmaz o kürkler. Şimdi beğenmiyorsan izleme diyen arkadaşlar var. Burada tek bir diziyi ya da bu Yasak Elma’yı konuşmak değil sadece amacımız, bu yapımların yavaş yavaş aile yapımızın kuyusunu kazdığını fark edebilmemiz. Onu anlatmaya çalışıyoruz.

Hikâyeye bak. Zengin bir kadın bir restorandaki garson kızla anlaşıyor ve maaşının da 3 katını teklif edip kocasını ayartmasını istiyor. Zaten bu kızlar da dizide böyle arkadaş grubundaki muhabbetlerde işte ‘’Fakir birini mi seveyim ya? Tabii ki zengin seveceğim.’’ diye konuşan kızlar olduğu için hemen karşılığını da buluyor. Peki işin sonu nereye çıkıyor? He? Bu ve benzeri çarpık ilişkilerin gösterildiği diziler her geçen gün artıyor ve aile yapımızı da dinamitliyor bunlar.


Belki çok Yeşilçam sahnesi gibi olacak ama size yaşanmış bir meseleden örnek vereyim:

Bir çocuğun RTÜK’e yaptığı şikâyet başvurusunda, babasının bir dizideki eşini döven karaktere çok benzediğini belirterek, “Annemle ben, şu anda babamdan kaçıyoruz. Lütfen diziyi bitirin. Lütfen bitsin de babam anneme aynısını yapmasın.” diye bir şikâyette bulunmuştu. Bu milletin yani bizim gibi toplumların aile yapısını yıkmadan kendi istedikleri gibi kullanamayacaklarını çok iyi bilen bu Batılılar, bu tür dizilerle ailemizi hedef alıyor. Şimdi, “Bunları yapan Batılılar mı?” demeyin. Uyarlama diziler bunlar, tüm dünyada çok izlenen ve bizde de izleneceği için bize göre uyarlanan dizilerden bahsediyorum ben.


Dizilerin, toplumdaki çöküntüye zaten mutlak etkisi var. Özellikle de çocukların ahlakını ve maneviyatını ellerinden almak istiyorlar. 4 yaşında, 5 yaşındaki TikTok videolarının aynısını yapmak için mutfakta bir köşede soyunan küçük kızlar var, haberiniz var mı bundan? Hep bir özendirme, hep bir benzetme, işte hep bir herkesi aynı yaşam modeline sürükleme planları bunlar. Diziler; Avrupa’yı, hayatı özendirmeye çalışıyor, sanki Avrupa çok ahlaklı bir toplummuş gibi. Batı, bizim Türk ve İslam adetlerimizi gerici ve çağ dışı saydığından kendi yaşam modelini de böyle gözümüze gözümüze sokmaya çalışıyor yani ahlaksızlığın diz boyu olduğu diziler çok sayıda var ve bu dizilerle toplum, özellikle de fuhşa, müstehcenliğe özendiriliyor. Onlar sanıyorlar ki böyle açıklık, saçıklık, istediğin şeyi istediğin kişiyle yaşama, işte aileye hesap vermeden, onaylarını almadan birey olarak bir hayat sürme, kimseyi hayatına karıştırmama, sadece zevklerini ve gençliğini yaşamayı özgürlük diye satıyorlar.

Peki gerçekten özgürlük bu mu he? Ciddi ciddi soruyorum yani özgürlük bu mu? Yani özgürlükten kasıt hiç kural, kanun, gelenek görenek dinlemeden her canının istediğini her yerde, herkesin gözü önünde yapabilmek midir özgürlük? E sokak köpekleri onu yapıyor zaten. Tamam, kararlarını sen ver ama etrafındakilerle bir istişare et, bir onların da fikirlerini al, tecrübelerinden faydalan. Tamam, istediğin gibi yaşa ama kendi özel hayatında ve özel alanında yap bunu. Her ortamın belli gereksinimleri vardır. Mesela maça giderken spor kıyafet giyeriz değil mi? Eşofman falan, spor ayakkabı. E denize girerken şort, mayo yani toplumun içerisinde yaşarken de ona göre hareket edelim aga. Dağılmayalım, neyse.


Bu tür ahlaksız dizilerle toplumumuzun genetik yapısını bozmaya çalışıyorlar. Halkımızın çoğunluğu asgari ücretle geçinirken, o dizilerde zengin yaşamlar özendirilip, halk isyana teşvik ediliyor aslında. Bu dizileri izleyen insanın diline şükür uğramaz. Dilinin ucuna gelse de şükür, o şatafatlı hayatı görünce geri yutar onu. Bu diziler çok izlenince, çok konuşulunca, çok tt olunca sanıyoruz ki çok önemli bir şey yapılıyor ama boşanmalara ve aile içi ihanetlere zemin hazırlamasını hiçbirimiz umursamıyoruz bile ve bu diziler bizi esaret altına alarak toplumumuzu değişime zorlamakla kalmıyor sadece, aynı zamanda uyutarak dönüştürmek istiyor ki adamlar da saklamıyor ki zaten, proje belli: ‘’Türk Aile Yapısını Değiştirme ve Dönüştürme Projesi” adı.


He birileri de inadına savunuyor, “Aile yapılarımız böylesine işte bir pamuk ipliğine bağlıysa zaten bozulsun.” veyahutta da “Aşk-ı Memnu’dan beri yettiniz.” demiş biri. Türk aile yapısı şöyledir, işte Türk aile yapısı böyledir dememiz rahatsız ediyor elbette bazı arkadaşlarımızı. “Bu Türk aile yapısı maşallah böyle yel esse bozulmak için tetikte bekliyor.” diyenler bile var. “Hangi aile yapısı? İşte yufkacıya kaçan eltiler mi Türk aile yapısı?” diye eleştirenler de var.          “Abi sen ne anlatıyorsun? Bu Müge Anlı’da yaşananlar Kolombiya’da değil, Türkiye’de yaşanıyor.” Birileri çıkıp diyebilir.


Eee sonra ne yapacağız sonra yani bunu iyileştirmek ve yeniden aile yapımızı kurmak, yeniden toparlanmak, yeniden sahip çıkmak için ne yapacağız? Mademki bu derdin herkes farkında, peki bunun için nasıl yapacağız, nasıl adım atacağız?

Ama öncesinde bir şey söyleyeceğim, hiç kimse kusura bakmasın. Gündüz kuşağı programlarının referansıyla, “Tüm ülkenin aile yapısı işte budur. Türk aile yapısı mı kaldı?” falan diyen arkadaşlar, o televizyonlarda gösterilen Türk aile yapısı gerçeği yansıtmıyor, o aile yapısı o yönetmenin veya senaristin kafasındaki o sapkın aile yapısı. Bizdeki aile yapısı kavramı çok daha farklı. Türk aile yapısı mihenk taşıdır. Bu toplumun kilit taşıdır. Geleneklerine de sonuna kadar bağlıdır. 3-4 tane kanalda iğreti eden ahlak dışı olaylar tüm ülkenin temel taşına ışık tutamaz ve bu şekilde tarif edilen Türk aile yapısını da kabul etmiyoruz.

Evet bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de sapkın, edepsiz, hayasız, değerlerinden bir haber insanlar her zaman vardı, bundan sonra da olmaya devam edecek ve enteresan hayatlar, ibretlik hikâyeler hep olacak, daha da fazla görüp duyacağız bunları belki de. Çünkü iletişim çağındayız.

 
Türk aile yapısındaki medeniyete, bu yapının köklü geçmişine, değerlerinin başında gelen saygıya, sevgiye, şefkate, merhamete çevireceğiz yüzümüzü, hem de daha fazla. Bunları anlatıp bunları dillendirip bunların varlığını hatırlatacağız, hem de daha fazla ama bazı arkadaşlara da şunu hatırlatmak istiyorum: sürekli kendinde olanı hiçe sayıp, sahip olduklarını dilinle, mizah anlayışınla, o acımasız eleştirilerinle alt etmeye çalışırsan zaten sahip çıkamazsın da bu işe.


İşte korona sürecinde biz halen bu memlekette komşuluk diye çok güçlü bir bağ olduğunu gördük mü gördük. Kovide yakalanan komşuların kapılarının girişine tencereler bırakıldı mı? Evet, bırakıldı. İlaçları alındı, market alışverişleri yapıldı mı yaşlıların? Evet. Yaaa…


Anadolu’yu, Anadolu ruhunu, Anadolu samimiyetini o Müge Anlı programlarından öğrendikçe Anadolu’daki güzellikleri perdeleyip yüzüne bakmaz olduk. Entrika ve çarpık ilişkilerdeki o aksiyon ilgimizi çekti ve bir yastıkta kocamayı, bir ömrü acısıyla tatlısıyla birlikte yaşamayı hafife aldık, basitleştirdik olayı.


Ha bu arada bir şeyin çok dillendirilmesi, çok gösterilmesi, çok konuşulması, çok paylaşılması, her açıdan sıcak tutulması o şeyin teşvik edici özelliğinin de olduğunu, çokça konuşulan şeyin insan belleğinin altında sıradanlaştığını, normalleştiğini de kaçırdık bu arada. “Nasıl yani? Şiddet haberleri izleyince şiddet uygulayan biri haline mi geliriz?” demeyin hiç. Farkında olmadan böyle yavaş yavaş hiç belli ettirmeden uyanıyor o dürtü içimizde. Bunu ben değil he, birçok uzman psikiyatr ve psikologlar her seferinde söylüyor zaten. Elbette sadece bir dizi ya da bir filmle olmuyor bu iş ama günümüzdeki en önemli silah medya, algı ve özellikle de o popüler sosyal medya ağları. Bu konuda her gün gerekirse konuşup, farkındalığımızın artması için elimizden geleni yapacağız.


Son olarak da bu mesele niçin bu kadar önemli biliyor musunuz arkadaşlar? Cahilsin, okursun öğrenirsin. Geridesin, gayret edersin ilerlersin. Adam yok, uğraşırsın adam yetiştirirsin. Paran yok, gece gündüz çalışırsın, para kazanırsın yani her şeyin bir çaresi mutlaka vardır fakat insan ve aile bozuldu mu, bunun çaresi yoktur arkadaşlar. Anlatabildim mi?


Kalın sağlıcakla