PEYGAMBER EFENDİMİZE KÜFREDENLERE SPONSOR OLDULAR! – 16 Eylül 2020

16 Eylül Kare

Hep korktuk. Hep böyle bir pısırık kalmaya, mahcup takılmaya, yok efendim işte düğme iliklemeye zorunlu hissettik kendimizi, aman bilmesinler, aman duymasınlar, aman anlamasınlar halimizi diye takıldık öylecene. Değerlerimizi, inançlarımızı ve savunduklarımızı bu şekilde yaşayama öğrenilmiş çaresizlikle mecbur bırakıldık.

Konuya şöyle gireceğim:

Birleşik Arap Emirliklerinden bir grup iş adamı Hz. Muhammed’e yani peygamberimize hakaret eden İsrail takımı Beitar Jerusalem’e sponsor oldu ve aynı Birleşik Arap Emirlikleri, Hz. Muhammed’e ve Arap halkına hakaret eden bu ırkçı futbol takımı Beitar Jerusalem’e sponsor olacağını da böyle övgülerle, törenlerle gazetelerin birinci sayfalarından manşetlerle duyurdu. Öyle adım geçmesin, aman işte kimliğim belli olmasın… Yooook. Biz işte paramızı verelim de işimize bakalım falan da demediler ha. Biz bu takıma yatırım yapıyoruz, bu futbol takımını sonuna kadar destekliyoruz dediler. Aynı takıma geçen sene transfer olan Ali Muhammed isimli futbolcuya da adını değiştirmesi için baskı yaptıklarını ve bunun da kendilerinin hakkı olduğunu söylemekte de gocunmadı bu takımın yöneticileri. Bu futbol takımı yani Beitar Jerusalem, Trump’ın (hatırlayın o zorbalıkla) Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından sonra, takım adını “Beitar Trump Jerusalem” olarak değiştirildiğini de yine gururla söylemişlerdi. Pankartlar açtılar, basın açıklamaları yaptılar, sahaların ortasında sırtlarına keçeli kalemlerle sloganlar yazıp gol sevinci sonrası ekranlara gösterdiler o yazıları.

Siyonist böyle kenetleniyor, siyonist aman orta yollu olayım, işimi kaybederim, işte dışlanırım, yalnız kalırım falan filan demiyor. Siyonist, zalimliğini gözümüzün içine baka baka, kahkaha ata ata gösteriyor; biz, biz bir cuma saatinde dükkânı kapatalım kararı aldığımızda veya ramazan ayında lokantamızı, restoranımızı, kafemizi kapatalım diye düşününce, “Ay müşteri kaybederiz, ama biz her kesime hitap ediyoruz, hizmet sektörüyüz, ya kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Biraz profesyonel takılmalıyız…” diye tırsıyoruz biz.

Çocuğumuzun adını Muhammed koyunca birde böyle bir modern isim olsun diye Berke de ekliyoruz, Ali koyduğumuzda çocuğumuzun ismini mutlaka Can da olsun diye bir kaygılıyız, endişeliyiz, emin değiliz halimizden yani anlatabildim mi?

Bütün bu olanı biteni görmezden gelerek, sessiz kalarak hiçbir yere varamayız! Yüksek sesle bağırarak ve sadece haykırarak da olmaz bu iş; elini taşın altına koyacaksın, risk alacaksın, harekete geçeceksin.

Kalemin sağlamsa bu davayı yazacaksın, hitabetin güçlüyse en önde sen konuşacaksın, kimseyi ikna etmeye çalışmayacaksın, önce kendin inanacaksın kendin. Ekonomik gücün varsa yatırımını sadece öyle betona, kata, apartmana, altına, gümüşe, dövize değil; bir insan yetiştirmeye, bir sinema filmi çekmeye, bir kitap basımına, bir sanat dalına, gerekirse bir sosyal medya application uygulamasına, bir futbol takımına ya da bir kültürü yaşatmaya yapacaksın yatırımını.

“Çocuğumuzu televizyonlardan işte internetten uzak tutuyorum, 5 yaşına kadar da evde işte TV’nin üstü örtülüydü…” diye bir şey yok artık, onların hepsi geride kaldı. Youtube kanalı mı açmak istiyor o çocuk, açacaksın! Yeni dünyanın içinde kendi değerlerini savunan, sosyal medyayı en iyi kullanan evladı yetiştirmeye sen talip olacaksın. Bir düşünün, bugün dünya standartlarında bir futbolcumuz olsa ve attığı her golün sonrasında da “Özgürsün Kudüs” yazsa formasının altına iyi olmaz mı he? Her dile çevrilecek dünyanın en iyi standartlarındaki platolarda filmler çekilse Çağrı gibi, Ömer Muhtar gibi, Minyeli Abdullah gibi ve bu filme yatırım yapan iş adamları da bunu biz yaptık diyebilse, en iyi oyuncularımız bilmem ne festivallerinde bu ödülü mazlum coğrafyalarda işkence çeken Müslüman çocuklar adına alıyorum diyebilse güzel olmaz mı, iyi olmaz mı? Bir yazılım geliştirsek, kodlarımızı tek tek biz işlesek…

Dostlar her alanda adam, bakın altını çiziyorum, adam yetiştirmek zorundayız; sanattan spora, mühendisten doktora, oyuncusundan yönetmenine, ev hanımından öğretmenine, işçisine, dişçisine, ressamından esnafına, ustasına, diplomatına kadar… Hiçbir alanı boş bırakmasak, kimin elinden ne geliyorsa en iyisini yapmaya çalışsa iyi olmaz mı?

Hiçbir yerden davet beklemeden, “Ben de buradayım, ben de bir şeyler yapmak istiyorum bu dava için.” diye öne atılsak. Ah ah, bir güvenebilsek kendimize…

Ayağa kalk Müslüman ayağa. “Zalimleri Allah’a havale ettik, Allah sorsun bunlardan.” Elbette Allah soracak hesabını ama sadece bununla yetinmek olmaz, harekete geçmek zorundayız. Sen yoksan hiç kimse yok, sen uyursan bu kale düşecek, sen susarsan zalimler konuşacak, sen çıkmazsan meydana meydan ite kopuğa kalacak.

Güven kendine, inan kendine. İnandığın müddetçe üstün olanın sen olduğunu hiçbir zaman unutma ve yine unutma ki bu dava gençlerin omuzlarında yükselecektir ve şunu da iyi bilin ki, “Benim yaşım geçti, benden ne olur ki, ben daha kaç yaşındayım, daha çok küçüğüm…” deyip kenara çekilmek yok!

Üstadın da dediği gibi, “Gençlik yaş işi değil, ruh işidir.”

Ruhu genç olanlara ve “Ben de buradayım, ben de varım!” diyebilenlere selam olsun.