2021’in İLK BOMBASI PATLADI – 01 Ocak 2021
Düşünsenize neler yaşandı neler şu 1 yılın içerisinde… Özledik tabii her şeyi, hem de aklımızın ucuna dahi gelmeyen, hepimiz için sıradan olan her şeyi hakikaten özledik. Geçen gün bir arkadaşım dedi, “Vallahi sokakta birine çarpmayı bile özledim.” Herhangi bir yerde oturup işte öylesine kahve içmeyi mi dersin, aniden birinin evinde çaya toplanmaya mı dersin, hatta boş boş yürümeyi bile özledik.
Bunları düşünürken ne geldi aklıma biliyor musunuz? 1961 yılında imzalanan anlaşma sonrası binlerce Türk vatandaşı birkaç yıl çalışıp para kazanmak ve bir an önce de memlekete geri dönmek için Batı Avrupa’ya göç etti, daha çok da Almanya’ya. Bir kısmı geri dönerken o gidenlerin bir kısmı da orada kaldı. Tabii bir de git onlara sor bakalım, kaldı ama nasıl kaldı?
Yaşadığın toprakları, tanıdığın insanları, sevdiklerini, alıştıklarını, köyünü, mahalleni, her şeyini bırakıp sokak yüzü görmeden evden işe, işten eve geçen bir ömür yaşadı o yıllarda çekip gitmek mecburiyetinde olanlar. Dedim ya, o gidenlerin bir kısmı geri döndü ama bir kısmı da orada kaldı. Çünkü çocuklar büyümüş, artık orada okuyor, orada çalışıyorlardı.
Buradan bakarken böyle, “Vaaovv, Avrupalı bunlar.” diyorduk, “Almanya’da yaşıyorsunuz hayatınızı.” diyorduk. 1 sene boyunca orada yemeyip içmeyip bir de üstüne kimsesiz kalıp, yazın memlekete geleceği günü şafak sayar gibi beklerken bizimkiler, buraya geldiklerinde yabancı sayılıyorlardı bir zaman sonra.
Ne oraya aitsin ne de buraya. Gidiyorsun oraya, gurbetçi diyorlar sana; geliyorsun memleketine, Alamancı. Getirdikleri çikolatalar kadar tatlı hayatları var sanıyorduk ama hepsinin ayrıydı gurbet hikâyeleri.
Şimdi biz sürekli onu özledik, bunu özledik, işte şunu yapmayı özledik, buraya gitmeyi özledik diyoruz da o memleketi burnunda tüten adamlar acaba kim bilir nasıl özlemişlerdi değil mi?
Almanya’daki evlerine televizyon alan aileler Kıbrıs Harekâtı’nı izlediği sıralarda, “Haberlerde şimdi bayrak çıkacak, Türkiye’yi gösterecek, ayıp olur ayağa kalkalım.” deyip haberleri öyle izlerlermiş. Kim bilir o güzel insanlar nasıl özlemişti memleketini değil mi?
Yaz tatili bitince yeniden ayrılırdı babalar yuvalarından. Hatta bazen çocukları bavullarının içine saklanır, “Bizi de götür seninle beraber.” derlerdi. İşte o babalar kapı eşiğinden öylece bakarak gittiler çalışmaya, alın teriyle bir dahaki seneye üç beş kuruş para kazanmaya. En güzel yıllarını hasretle geçiren o güzel adamlar kim bilir nasıl özlemişlerdi değil mi memleketini?
Bir kitapta okumuştum, şöyle yazıyordu:
Eşim gececi, ben gündüzcüydüm. Evde hiç denk gelemiyorduk. Ona not yazardım ilacını iç unutma diye. Aynı evde yaşayıp aile olamıyorduk, hem gurbet özlemi hem de aile özlemiyle geçti yıllarımız, diyordu.
Hakikaten bir düşünsenize; o insanlar o zaman nasıl özlemişti memleketini, toprağını, ailesini değil mi?
Evlerinin duvarlarına kendi köyünün, kendi ilçesinin, mahallesinin işli olduğu kilimlerle donatan insanların özlemini mümkün mü anlamamız? Şimdi hiç demeyin buralarda da öyleydi diye, biz o duvarlarımıza astığımızın ne anlama geldiğini asla onlar kadar anlayamadık. Bir sor bakalım bayrağı her gördüğünde ağlayan o gurbetteki kardeşlerimiz memleketi nasıl özlemiştir?
Hele bir gurbetçi abimizin söylediği şu sözler aklıma gelince tüylerim diken diken oluyor:
Kızlarım tam bana baba demeye alışıyorlardı ki benim tatilim bitiyordu, yeniden çalışmaya gidiyordum. Sonra ertesi sene geldiğimde yine bana yabancı yabancı bakıyorlardı.
Bu adam kim bilir yıllarca nasıl özlemişti memleketi değil mi?
Hiçbir şey buradan bizim gördüğümüz gibi öyle çikolata tadında, tozpembe falan değil yani.
Her sene bir ay memlekete gelmeyi dört gözle bekleyen insanlar, bu sene ne gelebildi ne de hasret giderebildi.
Birileri de yaz başında çıkıp, “İşte gurbetçiler bu sene gelmesin.” diyordu. Sonra? Kendileri yaz tatiline gidip Bodrum’da, Çeşme’de, Marmaris’te sabahlara kadar eğlendiler. Hem de ne sosyal mesafe ne maske…
Gurbetçiler diye bir sınıf altında topladığımız o insanlar kazandıkları her bir kuruşu kendi ülkesinde harcamak için gün saydı ki alın teriyle, helal kazançla kazandıkları para kendi memleketlerinde kalsın diye.
Gurbetçiler diye alay konusu olan o insanlar var ya; onlar, senden benden daha çok oturdu, bu memleketin bekası için dua etti, dertlendi, düşündü.
O gurbetçiler diye gelip geçici gördüğümüz o insanların birçoğu belki de memleketlerine kavuşamadan, sarılamadan dostlarına göçtü gitti. Hem de o memleketinin havasını doya doya soluyamadan yaşadı gitti.
Biz zannettik ki onlar orada kral, orada Avrupa’da el üstünde yaşıyorlar, ohh yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında dedik. Hep böyle konuştuk.
Ulan evlerini, eşlerini, çoluk çocuğunu ne özlemiştir bu adamlar diye düşündük mü hiç? Yok.
Sabahın köründe kalkıp saatlerce nefes almadan makinenin başında çalışmalarını hiç düşündük mü? Yok.
Hasta olduklarında aklımıza geldi mi, ”Acaba ne haldedir ya, ilacını aldı mı, hastaneye gitti mi?” diye hiç düşündük mü? Yok.
Başlarına bir kaza gelince yarım yamalak bir telefon, “Aman kendine dikkat et.” Başka hiçbir şey demedik. Ne yerler, ne içerler, nasıl hasret dindirirler… Hiç aklımıza bile gelmedi.
Hangimizin yeni yıl dileklerinde memleketimize kavuşmak, toprağımıza kavuşmak var he? Hiçbirimizin.
İşte o insanların yeni yıl dileklerinin ve dualarının başında vatanına, sılayırahme kavuşmak, hasretle kucaklaşmak var.
Her yaptıkları dua da memleketimizin huzuru için, sağlığı için dua ediyorlar. “Aman memleketimize bir şey olmasın, aman memleketimizde ayrılık gayrılık olmasın, Allah memleketimize sel, deprem, afet, bela vermesin.” diye dua ediyorlar onlar.
İşte dostlar, kendinden daha fazla memleketini düşünen o insanlar için dileğimiz şudur:
2021 yılı, her şeyin yanında bir de gurbetteki tüm dostlarımızın hasretinin dineceği, özleminin giderileceği, yeniden memleketine özgürce, rahatça kavuşabileceği bir yıl olsun inşallah.
Gurbette olan dostlar, şunu unutmayın:
Sizi özledik ve özleştik.
Kalın sağlıcakla.