BU DÜNYADAN DOĞAN CÜCELOĞLU GEÇTİ – 17 Şubat 2021
İsmini mutlaka duymuşsunuzdur. Ya yazdığı bir kitaptan ya da ilerlemiş yaşına rağmen o gençlere taş çıkartacak bir performansla sahnelerde verdiği kişisel gelişim seminerlerinden; Profesör Doktor, Psikolog ve Yazar Doğan Cüceloğlu.
Doğan hoca Mersin’in Silifke ilçesinde 11 çocuklu ailenin en küçük çocuğu olarak 1938 yılında dünyaya gelmiştir. 10 yaşında annesini kaybettikten sonra, “Annen yoksa, kimsen yok.” sözleri ile sevenlerinin hem hafızasına hem de yüreğine kazıdı ismini. Yoksulluk, mücadele, duygulu ve edep dolu uzun bir ömür yaşamış ve tüm bu gelişim sürecindeki kazanımlarını kitapları ve verdiği seminerlerle de insanlarla paylaşmıştır. “Annesi olmayan, devamlı başkalarını mutlu etmeye çalışır.” diyerek hayat yolculuğunda hem yaşadığı toplumu keşfetmeye hem de kendini var etmeye çalışmıştır.
Onun için farkına varış yolculuğu hep devam etmiştir Doğan hocanın o 83 yıllık ömür seyahatinde.
Yaşadığı onlarca acı ona daha bilmediği çok şey olduğunu öğretmiş ve sadece bilgi yönüyle değil, insan olarak da gelişmesi gerektiğine kendini ikna etmiştir.
Doğan hoca ilkokul ve ortaokul yıllarında fenerle, gaz lambasıyla sabaha kadar ders çalışan pırıl pırıl bir zihindi ve toplumun gelişim aşamasında yaşanmışlıkları anlattığı öyküleriyle Anadolu irfanına bir şahitti o. Ortaokul bittikten sonra babasının karşısına geçip, “ Okumak istiyorum baba.” demiş ve aldığı olumlu cevapla da hayallerinin peşinden Ankara’ya gitmişti. Kendi deyimiyle, büyükşehirde kendini sudan çıkmış balık gibi hissediyordu Doğan hoca fakat her şeye rağmen gelişmeye ve kendini olumlu yönde değiştirmeye devam etmiş ve bu sayede şehir hayatına da ayak uydurabilmiştir. Doğan Cüceloğlu hoca, “özünü kaybetmeden şehirleşmiş eğitim” alıp statü kazanmış ve içerisinden çıktığı halkını çok iyi temsil etmiş bir kişidir. Gelişmiş, öğrenmiş ama başkalaşmamıştır. Değerlerini kaybetmeden, özüne düşman olmadan da kariyer sahibi olunabileceğini yaşayarak göstermiştir. Akademik bir jargonun ötesinde halkın hikâyeleriyle yoğrulmuş, halkın diliyle konuşmuştur ve Anadolu insanının kulağına, nefsine, midesine değil; yüreğine seslenmiştir. Öyle engin gönüllü bir insan düşünün ki yüreğine dokunduğu her insan için şükrediyor ve aldığı her bir duayı “en kutsal kazanım” olarak görüyor.
Kaşığını haddinden fazla doldurmaktan ar eden, herkesle aynı kaptan yemek yiyen, ayakkabısı ayağına vurduğunda bile değiştirme lüksü olmayan, çıkmaz bir sokağın kuytusunda ahşap bir evde çileyle yoğrulmuş bir hayat. Elektriği olmayan bir beldede Göksu Irmağı’nın suyuyla büyütmüş hayallerini. Şair ruhlu ve çilekeş bir babanın ve onun yanında da tipik bir Anadolu kadını olan Zehra Hanım’ın mütevazı evladıydı Doğan hoca. Büyüklerin denetiminden ve endişelerinden uzakta, çocukların arasında özgürce oynayarak büyümüştür. Hayatı bu şekilde öğrenmesiyle de; çocukluğunda ne ailesi ne de çevresi tarafından beklenti veya kıyaslamalara maruz kalmamıştır hiçbir zaman.
Dikkat ettiniz mi dostlar? Bu yoğun gündemin içinde ne çok değerimizi kaybettik değil mi? Bu pandemi sürecinde o kadar eksildik ki; gündemin yoğunluğu, teknolojinin ilerleyişi ve korona sürecinde psikolojik bakış açımızın da değişmesiyle parça parça koparak un ufak olmaya doğru adım adım ilerliyoruz. Bizler birçok değerimizi, kültür mirası olan engin şahsiyetleri bu süreçte kaybederken sadece şaşırmakla yetiniyoruz! “Aaa o da mı öldü ya? Vah vah vah. Ne zaman öldü? Hiç duymadık. Koronadan mı öldü yoksa eceliyle mi öldü?”
Sanki ecel harici ölüm varmış gibi konuşup duruyoruz. Bu süreçte Doğan hoca gibi birçok değerli güzel adam iz bırakarak göçtüler bu âlemden. Bizler de o izlerin ilelebet silinmemesi için uğraş vermemiz gerekmez mi dostlar? İşte böyle adamlar bu topraklarda çok güzel işler yaptılar, onları her daim saygıyla anacağız elbette. Onlardaki güzelliği görecek ve gelecek nesillere, kardeşlerimize, evlatlarımıza, torunlarımıza aktarma gayreti içinde olacağız hep.
Hani diyor ya şarkıda, “Bizim de yaşadığımız hayattır arkadaş.”
Hepimiz iyi veya kötü bir hayat yaşıyoruz ve o hayatı anlamlandıracak güzel ve kayda değer şeyler yapabilmek, hayatımızı kıymetli hale getirmek hepimizin elinde aslında ama bir bekleme halindeyiz, durmuşuz bekliyoruz: Şu bir geçsin, önümüzdeki sene şunu yapacağız, pandemi bir bitsin şunları şunları şunları yapacağız…
Yaşamak için, hayatımızı güzelleştirmek için neyi bekliyoruz sahiden? Biz duruyoruz da zaman duruyor mu acaba?
Sadece siyasi- ekonomik gündemin içinde boğularak ve oturup bu korona sürecinin bitmesini bekleyerek ne çok eksildik farkında değil miyiz? Sanki hayatlarımız; kafelerden, restoranlardan, gece kulüplerinden, AVM’lerden, futbol maçlarından veya sadece konserlerden ibaretmiş gibi. Evet, şu an da bunların birçoğunu yapamıyor olabiliriz veya birçok mekânın kapalı olması, birçok faaliyetimizin kısıtlanması vesile de olabilir ama bu durum güzel insanlara ulaşamayacağımız anlamına gelmiyor ki.
Odağımızı biraz gönlü güzel insanlara çevirelim; onların hayatlarına, duruşlarına, fikirlerine, yazdıklarına, söylediklerine zoom yapalım ve onlardan beslenelim. Belki bu şekilde mutlu olabiliriz, belki de eksiklerimizi tamamlayabiliriz veya hayatımızı anlamlandırabiliriz, belki de huzurla yürüyeceğimiz yönü bulabiliriz. Kim bilir?
İnsanın okudukça derlendiği, yüreğinin demlendiği, gönlünün dertlendiği onlarca kitabı, makalesi vardır Doğan hocanın. Psikoloji ve sinir bilimi konusunda değerli bir mücadele veren Doğan Cüceloğlu’nu okuyup da hayatını gözden geçirmeyen, yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışmayan hiç kimse yoktur herhalde. Ben de çok okumuşumdur Doğan hocayı. Bir tespiti vardır ki bende çok farklı bir pencere açmıştır, paylaşmak istedim sizinle.
Doğan hoca Amerika’da doktora yapan ve evlenerek 25 yıl orada kalan biri olarak şu şahane ve nokta atışı cinsinden bir tespiti vardı Doğan hocanın:
“Amerika’da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım.” diyor. “Beş dolar için gırtlağınızı kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genel anlamda durum böyle.
Türkiye’ ye gelip de baktığımda iki faktör görüyorum, şehirleşme ve eğitim. Türkiye’ de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka hiçbir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu ben de. İliğini sömürür, bitirir ve hiç acıma duygusu yoktur böylelerinin de ama şehirleşmemiş, okumamış saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci daha yüksektir. Sanki eğitim almış Amerikalı gibi. Burada çok önemli bir gözlem var, üzerine düşünmek lazım.” demiştir.
Bizim eğitim alan gençlerimizden birçoğu neden birçok konuda eksik? Bilinç seviyesi artması gerekirken yozlaşmaya devam eden, ilerlemesi gerekirken çağların gerisinde kalan ve hatta kendi öz benliğine bile yabancılaşan yoz bir insan kalabalığı haline dönüşmekteyiz maalesef. Doğan hoca bu yozlaşmaya da dem vurmuş, daha önce de ifade ettiğim gibi, kazandığı statüye ve şehirleşme sürecine rağmen halkla olan bağını hiçbir zaman koparmamıştır. “Kolları sıvamak zamanı” diye adlandırdığı çağımızı, “Vatandaş olmadan Vatandaşın geleceği ile ilgili garanti içinde olamazsınız! Bir kişinin bile olabileceğinin en iyisi olana kadar hizmet etme derdindeyiz ve bu konuda da iyi gidiyoruz!” diyerek sorumluluk vurgusu yapmıştır.
Birbirimizin farkına varmamızı ve gerçek bir iletişime geçmemizi söylerken de öz kimliğimize atıfta bulunmuştur. “Bir sınıfa öğretmen kimliğiyle giren, öğretmenlik yapan karşısında öğrenci bulur ama öğretmen olan kişi sınıfa girdiğinde karşısında canlar bulur.” diyerek, bir ben var benden içeri düsturuyla daima “öz kimliğinin yani can kimliğinin” anlamını aramıştır. Bunu da yine özünde bulmuş ve “oldum” demeden olmaya çalışmak, can yolculuğunun farkına varmak ve vardırmak onun tek derdi olmuştur. Çünkü, “Olmak yolunda olanlar can görür karşısında.” tespiti de adeta nesilden nesile aktarılacak kıymetli bir anlam içerir.
Doğan veyahutta da doğacak olan bütün çocukları olabileceklerinin en iyisi olmaları için aileleri bilinçli olmaya davet etmiş ve her çocuğu kutsal bir emanet olarak görmüştür Doğan hoca. Dışarıdaki tanıklık yerine içerideki yani candaki tanıklığa önem vermiş ve gelişim sürecinde insanın kendine dair potansiyellerini bilip kabul etmesi gerektiğinin de altını çizmiştir. Devamlı “Ekipten miyim değil miyim?” sorusunu sormamak ve kendine tanık olabilmek en güzeliydi onun için. Bizlere de, “Kendinize tanık olun.” dedi. Başka ekiplere dâhil olma yerine kendi ekibini keşfedebilen bir insanın güvenilir bir kimliği oluşur demiş ve o güvenilir canı, evrenin özü görerek “insanın en has tanığıdır” diye telaffuz etmiştir. Yaradan da bizden bunu istiyordu çünkü. Doğan hocamız da bize bu farkındalığı ve tanıklığı oluşturma derdinde olan müstesna bir şahsiyetti. Bir İletişim Psikoloğu ve Türk Psikoloğu olarak Doğan hocamız 40’tan fazla bilimsel makale yazmış; Türk insanının aile, düşünce, duygu ve davranışlarına dair hem incelemeler yapmış hem de mütebessim çehresiyle sözleri satırlardan sadırlara yani yüreklere işlemiştir.
Kendine ve insanlara yamuk yapmayan bir insan portresi çizmeye çalışmış, hayatı paldır küldür yaşamayan evvela kendi gönlünün muradını bilip önüne hedefler koyan bir gençlik hayal etmiş ve her daim hayat terazisinin kefelerini de dengede tutmaya çalışmıştır.
-mış gibi yaşamamış bir gönül insanını ve değerimizi kaybettik. Yüreğin, gönlün, aklın ve hayırla anılışın derdinde olmuş güzel bir insandı Doğan hoca. Biz onu hayırla hatta çokça hayırla anacağız ve onun o naif kelimelerini yürüdüğümüz bu hayat yolunda bir pusula gibi kullanacağız.
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu hocanın mekânı cennet, makamı âlâ olsun.
Ve sözlerimizi o güzel tavsiye ile tamamlayalım:
Kendi ekibinizi keşfedin ve kendinize tanık olun dostlar.
Kalın sağlıcakla.