BU FOTOĞRAFLARA DİKKAT! – 19 Haziran 2021
Hazreti Mevlana’nın çok güzel bir sözü vardır. Diyor ki, “Eğer bakmasını bilirsen parmağının ucunda galaksileri görürsün.” Onun için bakmak sadece görmek değildir; gördüğünün ne olduğunu anlamak, gördüğünün arka planında olanını çözmektir. İşte Mevlana’nın bahsettiği bakmak bu, onun için insan bakmasını bilmeli.
Şimdi sizlerle birlikte üç farklı fotoğrafa bir bakalım. Televizyonlarda, gazetelerde, o yakın tarihi anlatan belgesellerde ve yahutta da internet ortamında bir çoğumuzun gördüğü üç fotoğraf (arada sosyal sorumluluk da yapalım).
Üç resim değil ha, üç fotoğraf; resim çizilen, fotoğrafsa çekilen. Kamu spotu gibi oldu ya. :)) 3 fotoğraf.
Birincisi 1994 yılında İsviçre’nin Basel kentinde bir toplantı fotoğrafı,
ikincisi Brüksel’deki NATO Zirvesi’nde Erdoğan-Biden görüşmesinin fotoğrafı,
üçüncüsü de kısa bir zaman önce Ermeni işgalinden kurtulan Karabağ’ın kalbinden
yani Şusa’dan verilen o atlı, bayraklı fotoğraf.
Bu üç fotoğrafın ne olduğunu, niçin bu fotoğrafların verildiğini, o
fotoğraflarla hangi mesajların verildiğini kısaca analiz edelim. Şöyle 5-10
dakika gibi bir zamanınız varsa başlıyorum.
Haa, bu arada uzun zamandır sosyal medya platformlarında hazırladığımız videolarla birilerinin canını çok sıktığımızın farkındayız. Onun için böyle türlü türlü saldırılara maruz kalıyoruz, problem yok. Alıştık bu iftiralara, yalanlara, karalamalara hatta ve hatta o tehditlere ama can sıkmaya devam edeceğiz. Sıkı can iyidir, geç çıkarmış derler.
Eğer videoları beğeniyorsanız iki şey rica ediyoruz sizden:
1. YouTube kanalımıza abone olmanız ve bildirimleri açmanız. Çünkü dost var,
düşman var. Abi güçlü görünelim burada
2. de videolarımızı eğer beğendiyseniz yani söylediklerimizin altına imzanızı
atıyorsanız videoları eşinize, dostunuza. arkadaşınıza tavsiye etmeniz yani
paylaşmanız.
Bir de bunun üzerine eğer altına bir de yorum yaparsanız çok kallavi olur, o
yorumların hepsini okuyorum ve o yorumlardan da faydalanıyorum, besleniyorum
oradan. Anlaştık?
Evet, 3 fotoğraf…
Birincisi 1994 yılında milli görüşün lideri olan merhum Prof. Dr. Necmettin
Erbakan’ın girişimleri ile İsviçre’nin Basel şehrinde Theodor Herz Salonu’nda
organize ettiği Avrupa İslam Birliği Toplantısı.
İlk bakışta gayet normal bir konferans salonu ve normal bir konferans, toplantı
değil mi? Görünen o ama işin aslı daha başka. 1897 yılında siyonizmin kurucusu
olan Theodor Herz dünyanın en ünlü Yahudilerini -yani o zengin, paralı, nüfuslu
Yahudilerini- önemli ve gizli bir toplantı için İsviçre’ye, Basel’e davet eder.
Onlara bir İsrail devleti kurmak istediğini, onun için de hem paraya hem de
siyasi desteğe ihtiyacı olduğunu söyler ve bu destekleri de alır ve ardından
başlar çalışmaya. 5-6 yıllık bir çalışmayla birlikte Sultan Abdülhamid’e ulaşır
Theodor Herz ve herkesin bildiği o diyalog yaşanır.
Kudüs topraklarında bir İsrail devleti kurmak istediklerini ve bunun için de Osmanlı’nın bütün borçlarına karşılık kendilerine bir toprak parçası vermesini söylerler Abddülhamid’e. Gırtlağa kadar borcu olan Osmanlı’nın cevabı nettir, “O topraklar kan ile alındı Ancak ve ancak kan ile alınabilir.” Gayet net. Theodor Herz, Abdülhamid‘i iyice araştırır ve tanır ve sonrasında yeniden İsviçre’ye döner, Basel’e. Yine aynı şehirde, aynı salonda bu sefer ikinci toplantıyı düzenler. İşte o toplantı İsrail devletinin kuruluş toplantısıdır. Bayraklarındaki o iki mavi şeridin arasında olan Davud Yıldızı da yani Nil ile Fırat’ın arasında o Yahudiler, işte bu bayrağı çizerler. Gerçi Erbakan Hoca o bayrağa Kıbrıs bayrağıyla cevap verdi de, hani o Nil ile Fırat’ın arasında Türkler var. Bazıları halen daha Kıbrıs’ın Fethi’ni Ecevit‘e bağlaya dursun da işin aslı öyle değil. Neyse, bu başka bir konu. Bunu ayrı bir videoda uzun uzun anlatırız.
Basel’deki o toplantıda üç karar alınır:
1- Yahudiler önce bir vatan bulup İsrail devletini kurulacak.
2- Nil ile Fırat’ın arası yani vaat edilmiş topraklar -ki Kapadokya’yı da
içerisine alıyor, bizim ülkemizin de belli bir kısmını kapsıyor o vaat edilmiş
topraklar- oralara ulaşacaklar
3- Bütün dünyaya hakim olunup yani Tanrı’yla, onların söylemiyle Yehova’yla, bizim söylemimizle de Allah’la savaş edecekler ve Allah’ı yenecekler. Eee? “La Galibe İllallah” ayetini silecekler, tabii güçleri yeterse.
İşte dünyayı kaosa sürükleyen İsrail devletinin temelleri bu üç maddeyle bu salonda atıldı, Basel’deki salonda. İsrail bayrağı da bu salonda çizildi, büyük İsrail projesi için yeminler edildi, böyle mutabakatlar imzalandı bu salonda ve bu salonun adı da 1940’larda, 50’lerde Theodor Herz Salonu ismini aldı.
Şimdi bu özel toplantıdan yaklaşık 100 yıl sonra Abdülhamid’in davasını, kavgasını sürdürebilen bir Müslüman lider Prof. Dr. Necmettin Erbakan aynı salonda 21. yüzyılda Müslümanlara yol haritası olacak bir hamle yaptı. Aynı salonda Avrupa İslam Birliği Toplantısı’nı düzenledi. 40 farklı ülkeden işte Müslüman bilim, ilim adamlarına, siyasetçilere, işte akademisyenlere ve kanaat önderlerine kadar hepsini bu salonda topladı ve üç gün boyunca süren işte oturumlar, söyleşiler, toplantılar, çalıştaylar düzenledi. Üçüncü günün akşamında da Avrupa İslam Birliğinin toplantı beyannamesini Theodor Herz Salonu’nda okuyarak hem dünyaya seslendi hem de tarihe not düştü ve en önemli yer, salonda açılan bir bayrak eşliğinde hem de bu mesajları o salonda asılan bir bayrağın gölgesinde verdi. Neydi o bayrak biliyor musunuz? “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah”, “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun resulüdür. Anladınız…
İkinci fotoğraf Avrupa’nın başkenti Brüksel’den, NATO Zirvesi’nden yani. Çünkü herkes her şeyi gördü o zirvede, televizyonlardan, sosyal medyalardan.
Bu zirveden birilerinin acayip bir beklentisi vardı. Bu zirvede Avrupa devlet
başkanları Türkiye’ye böyle ayar üstüne ayar verecekti. Amerika Başkanı da yani
Biden Erdoğan’a haddini bildirecek, onu hesaba çekecekti ve bu ülkedeki solcu,
o entel dantel gazeteciler de ve onların yanında da siyasetçiler zil takıp
oynayacaklardı yani Türkiye’nin rezil olmasının üzerine çıkıp tepineceklerdi
ama olmadı.
E onlar ne yaptılar? Onlar da ne yapsınlar, işte Sedat Peker analizlerine devam
ettiler. En namuslu, en objektif, en entelektüel gazetecileri olan İsmail
Saymaz’ı da bu işin başına geçirdiler. O ülkü ocaklarında yetişen, komünist
bayraklarıyla poz veren, 17-25 Aralık sonrası FETÖ mensuplarının avukatlığını
yapan; şimdi de Atatürkçü, Cumhuriyetçi kesilen 2020’li yılların o Junior Uğur
Dündar’ı İsmail Saymaz, onu seçtiler.
Neyse, onlar o tepişmeye devam etsin. Biz asıl mevzumuza devam edelim.
NATO Zirvesi’nde tam bir böyle fotoğraf verme mücadelesi vardı. Bütün dünya
liderleri duruşlarını, bakışlarını, işte oturuşlarını, kalkışlarını,
selamlarını hep Erdoğan’a göre ayarladılar bütün toplantı boyunca. Aman bir gol
yemeyelim havasındaydılar. Çünkü biliyorlardı ki bu adam o meşhur Abdülhamid’in
torunuydu. Hani bastonunu Akdeniz’den sokunca Kızıldeniz’den çıkaran adamın
2020’li yıllardaki güncel versiyonuydu Erdoğan. Baktılar ki bu adam
karizmasıyla böyle bir buldozer gibi ezdi geçti hepimizi, bu sefer fotomontaja
başladılar ama yemedi. Hani Organize İşler diye bir film vardı. Orada bir “By
by hepiniz” diye bir sahne vardı ya, orada Cem Yılmaz demişti ki, “Video çok
büyük bir icat.”, aynen öyle. Video çok büyük bir icat dostlar. Hani bazı
fotoğraf, montaj fotoğraf servis ettiler ya; video yayınlandı, oyun bozuldu.
Şimdi o onlarca fotoğrafın içerisinde bir fotoğraf vardı, Erdoğan-Biden fotoğrafı. Görünen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan ve karşısında Amerika Başkanı Biden, yanlarında da tercümanlar yani anormal bir durum yok, gayet nezih ve net bir fotoğraf değil mi? Ama arka planı olan bir fotoğraf bu. Bu fotoğraf hem bir duruş hem bir mesaj hem de bir rövanştı. Katarlı bir yorumcunun dediği gibi. Bu fotoğrafla Erdoğan Biden’a dedi ki, “Türkiye, İslam kimliğine yeniden kavuştu.”
Evet, evet bu fotoğraf öyle sıradan, rastgele verilmiş bir poz değildi. Bütün
dünyaya, o İslamafobi garabeti içerisinde özgürlük, insan hakları mavalları
okuyan Avrupa’ya, Amerika’ya karşı insanca ve İslam’ca bir duruştu, bir mesajdı
ve özellikle de İstanbul Sözleşmesi üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalışılan
Türkiye’nin “Ben buyum arkadaş!” dediği bir fotoğrafı bu ve bunun gibi daha
nice alt metinleri olan ve tarihe not düşülen ince düşünülmüş, planlanmış ve
gören gözlere servis edilmiş bir fotoğraftı bu.
Bir de tabii rövanş tarafı var bu fotoğrafın. Bu fotoğraftaki kız kim biliyor
musunuz? 90’lı yılların sonunda milletin oylarıyla TBMM’ye girmiş olan Merve
Kavakçı’nın -hani Ecevet’in “Haddini bildirin bu kadına!” diye hedef
gösterdiği- Meclisten çıkarttıkları kadının kızı Fatıma Gülhan.
Şimdi bugünler de Sedat Peker videolarını analiz eden, o Sedat Peker’in kızına
yapılanları vahşet diye tanımlayan bir gazeteci var ya, o solcu-Kemalist
gazeteci Uğur Dündar; işte o Uğur Dündar’ın o 90’lı yıllarda muhabir göndererek
8/10 yaşında yuhalattığı, hedef gösterdiği küçük kız çocuğu bu Gülhan.
Anladınız?
Şimdi o Fatıma Gülhan var ya, o okudu, büyüdü ve karşımıza geldi. CV’sini falan
da okumayacağım. Çünkü hep İngilizce. Amerika’da üniversiteler, işte
İslam-Hristiyanlık üzerine araştırmalar, Washington DC’ de yüksek lisans, işte
üst düzey diplomasi eğitimleri ve Cumhurbaşkanlığı uluslararası strateji ve
diplomasi görevleri. Şimdi bu fotoğrafla Erdoğan dedi ki: Dün sizin Meclisten o
küfürlerle, hakaretlerle attığınız kızı bugün dünyanın en büyük zirvesine ve en
büyük ülkesinin Devlet Başkanı’nın karşısına çıkarıyorum. Erdoğan bunu söyledi
ve dün sizin emir eriniz gibi çalıştırdığınız o Türk siyasetçilerinin linç
ettiği kadının kızını bugün karşınıza çıkartarak “Artık o eski Türkiye yok!” bu
söylendi. Hem Amerika’ya hem Avrupa’ya hem de içimizdeki o Batı yardakçılarına.
Bu fotoğrafa birisi de yorum yapmış, İYİ Parti’nin Genel Başkan Yardımcısı, o yılların siyasetçisi, eski büyükelçi bir şeyler zırvalamış, yazmış da yazmış ve demiş ki, “Bu başörtülü kıza tercüman demek zor.” Allah Allah, niye? He? Yok yok, niye yani? Bu kıza tercüman denmesi niye zor aga? Sizce Ahmet Zorer tanıyor mu bu kızı veyahutta da eğitiminden, CV’sinden haberi var mıdır? Yok, iç zannetmiyorum! Bu İYİ Partili Ahmet Zorer gibilerin birilerini aşağılaması için, birilerine hakaret etmesi için bir şeyler bilmesine gerek yok. İşin içinde başörtüsü olması yeterlidir. Başörtülü bir bayan gördükleri zaman başlarlar onu aşağılamaya. Başörtülüyse cahildir, eğitimsizdir bunlar.
Hani dedim ya Erdoğan aynı Abdülhamid Han gibi, bastonunu Akdeniz’den sokunca
ucunu Kızıldeniz’den çıkartıyordu diye; Erdoğan’ın da Brüksel’den soktuğu
bastonun ucu o ülkücü, milliyetçi, muhafazakar geçinen İYİ Parti’nin genel
merkezinden çıkmış galiba. Neyse…
Üçüncü fotoğraf Azerbaycan’ın 30 yıllık yarası olan Karabağ’dan yani Karabağ’ın
kalbi Şuşa’dan.
Tüm dünya Erdoğan’ın Biden’la yaptığı görüşme sonrasında yapacağı basın toplantısına kitlenmişti ve çıktı Erdoğan, o hasretle özlediğimiz duruşu sergiledi ve toplantı sonrasında da hani böyle cila niyetine, “Buradan da kardeş ülke Azerbaycan’a gidiyoruz.” dedi. Birileri strateji diyor ya, birileri hani diplomasi dili diyor ya… Adam NATO Zirvesi’nde dünyaya diplamasi dersi verdi, bütün dünyaya Türklerin aslan olduğunu hatırladığının mesajını verdi ve Azerbaycan’a gitti Erdoğan ve Aliyev günlerce hazırlık yaptı. Erdoğan’ı önce Fuzuli’de, sonra Şuşa’da ağırladı yani Karabağ’da. Aliyev isteseydi Erdoğan’ı, başkent Bakü’de böyle bir devlet töreniyle, işte böyle şatafatlı meydanlarda, salonlarda ağırlayabilirdi ama yapmadı. Çünkü duyana duymayana, anlayana anlamayana bir mesaj var aga ve en önemlisi de tarihe not düşmek var. Akşama kadar bitcoin muhabbeti yapan, Sedat Peker videolarıyla böyle sosyal medyada goy goy yapanlar bu hamlelerin ne demek olduğunu pek anlamazlar.
Fotoğraf Şuşa’ya hakim bir tepe olan Çıldır düzünden verildi. Böyle gösteriler,
oyunlar, efendim folklorlar… Hepsi ve atlarla -ki hepsinin ellerinde Türkiye
ve Azerbaycan bayrakları vardı- İşte o atlarla o Çıldır düzünün tozunu attılar.
Arkadaşlar biz bu meydanı hatırlıyoruz. Bundan 8-9 ay önce Ermenistan ve
Azerbaycan savaşı başladığında Ermeni Başbakanı Paşinyan askerleriyle beraber
bu meydanda böyle halay çekmişti, kahkahalar atıyordu. Tabiri caizse savaş
çanlarının çalındığı bir meydandı bu Çıldır düzü ve şimdi o meydan da mekanın
sahipleri oturuyor. Yıllarca Ermenistan’a koltuk çıkan, Ermenilerin yaptığı
katliamlara göz yuman, Ermenistan’a silah, para ve diplomasi desteği veren Batı
dünyası da oturup mal mal izledi bu görüntüyü, bu gösteriyi.
Yaaa… Daha devam edeyim mi? Bence yeter.
Türkiye ilk önce uyanmalıydı, 2000’le 2015 arası Türkiye yavaş yavaş uyandı.
Şimdi ayağa kalkma vakti. 15 Temmuz’da başlayan bu süreç 2023 ‘te tamamlanacak.
Ardından da dünyaya yeniden nizam verme vakti geliyor yani arkadaşlar film yeni
başlıyor, film yeni başlıyor . Onun için herkes kemerlerini bağlasın ve
Türkiye’yi izlesin.
İyi seyirler, iyi uçuşlar.
Kalın sağlıcakla.