EYVAH! GENÇLER TÜRKİYE’DEN KAÇIYOR – 12 AĞUSTOS 2021
Birçok yerde görmüşsünüzdür; haber bültenlerinde, YouTube videolarında veya Instagram, Twitter paylaşımlarında. Ellerinde pasaportlar ve uçak biletleriyle böyle poz veren gençlerimizi; gidiyoruz bu ülkeden, bu ülke bir beyni daha kaybetti diye. “Biz kaçtık kurtulduk siz de kaçın kurtulun!” mottosuyla adeta böyle bir etkileşim zinciri oluşmuş durumda veya böyle bir akım oluşturulmak isteniyor. Pırıl pırıl akıllar, tazecik fikirler, daha hayatın hengamesiyle yoğrulmamış ve yorulmamış bedenler; üretmeye, planlamaya, icat etmeye elverişli kabiliyetler, yurt dışını bir cazibe merkezi olarak görmekteler. Haklılar mı yoksa “Elin tavuğu ele, kaz; fındığı, koz görülür!” cinsinden bir yanılsama mıdır bu? He?
Trafik, pahalılık, kadın cinayetleri, hayvana şiddet, doların artması, ideolojik kutuplaşmalar, 15 Temmuz darbe girişimi, göçmen fobisi gibi gerek yerli gerekse de yabancı etkenlerden, gerek sudan sebeplerden gerekse de nasip kısmetten ötürü tebdilimekân eden yani mekan değişikliği yapan çok insan oldu bu ülkede. Özellikle de gençler! Kimi eğitim için gitti yurt dışına kimisi işçi olarak, kimi de bir akrabasının yanına veyahut da kimi damat kimi de gelin olarak gitti ama gittiler bu ülkeden.
Elbette haklı oldukları yerler de vardı ama yanıldıkları yer de vardı. Açıkçası ben özellikle gençlerimizin basiretlerindeki kapanmayı “mutsuz oluşlarına” bağlıyorum. Peki neden mutsuz bu gençler he? Bunu hiç düşündük mü veya buna bir çare aradık mı? Neden bu memleketin evlatları ülkemizin güzelliklerini görmekten yoksunlar ve neden potansiyellerini ancak yurt dışına gitmekle açığa çıkarabileceklerine inanıyorlar he? Bunlar kendilerine sorulduğunda sundukları sebepler her ne kadar; işte işsizlik, istihdam, adalet, sosyal devlet anlayışı gibi görünse de altta yatan asıl sebep “mutsuzluk” aslında! Mutsuzluk! Evet evet, mutsuzluk.
Çünkü gençlerimiz aileleri ve çevresindeki insanlar tarafından anlaşılmadığını düşünmekte ve kendilerine inanmayan aile bireylerine karşı yurt dışına gitmeyi, kendilerini kanıtlama fırsatı olarak görmekteler. E bunun yanında sosyal medya mecralarının pazarladığı o cazip fırsatlar, işte çeşitli eğitim ve aktiviteler, özgür ve rahat bir yaşamı sembolize eden o görüntüler maalesef akılları bir kurt gibi kemirmekte ve gün geçtikçe de gençlerimizdeki mutsuzluk da artarak devam etmekte.
Bakınız dostlar! Bir insana mutsuzken ne verirseniz ona hoş gelecektir! Zehri, şifa diye içirebilirsiniz; ortadaki herhangi bir derdi, sarhoş olarak alt edebileceğine onu inandırabilirsiniz! Şu bir gerçek ki; akıl baştan gidince kâr zarar dengesi altüst oluyor. Ne doğru düzgün düşünebiliyor insan ne de düşündüğü doğruları gerçekleştirebilecek bir umut taşıyor içinde. O sebepten de evvela gençlerimizin mutsuzluklarına çare aramalıyız ki onlar da çareyi bataklıkta aramasınlar!
Her şeyden bağımsız olarak ülkemize bir bakıyorsunuz; maddi olanaklar limitsiz, herkesin kapısında 1-2 tane araba, evlerinde boy boy televizyonlar, işte bilgisayarlar, cep telefonları, laptoplar, herkesin ayakkabılığında en az 4-5 çift ayakkabı, gardıroplara bir bakıyorsun 8-10 tane gömlek, tişört, mont, pantolon var yani hayat dibine kadar yaşanıyor ve tenceresi boş olan hiç kimse yok, sobası yanmayan, gece yatağa aç giren hiç kimse yok bu ülkede. Eğer var diyen varsa demagoji yapıyor, laf kalabalığı ama kişisel masrafların israfı bile aştığı yaşamlar içinde, daha iyi şartlarda yaşamak arzusuyla yollara düşülüyor. Bu durumun izahı yani gerekçesi maddiyat olmaz. Maddiyat işin görünen yüzü.
Eee? O halde maneviyattan yana ne var elimizde, ne verdik evlatlarımıza, bunu sorgulamamız gerekmez mi he?
Ataerkil bir toplumdan çocukerkil bir topluma dönüştük dostlar! Ailemizi edebiyle, erkanıyla, tecrübesiyle dipdiri ve sağlam bir şekilde ayakta tutan o kolon yani anne, baba, dede, anneanne, babaanne… O kolon kökünden kesilmiş durumda. Allah’ın yasakladıklarını biz evlatlarımıza serbest kıldık, Allah’ın lanetlediklerine bizler “Ne yapalım? Onların tercihi, biz saygı duymalıyız.” deyip her türlü çirkinliği legalleştirdik. Bazıları da şöyle söylüyor, “Biz yaşayamadık, onlar yaşasın, benim evladım özgür, istediğini yapar.” dedik. “Yahu arkadaş olur mu? Şimdiki gençlere karışmak olmaz, kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz?” bahanelerine tav olduk, evlatlarımızı başıboş bıraktık.
Kötü alışkanlıklar ve türlü buhranlar sebebiyle uyuşturucuya, sapkınlığa, tacize, tecavüze ve cinayete kurban gitti gençlerimiz. Aklı baştan; izanı şuurdan alan alışkanlıklar, onların mutsuzluğunun en büyük sebebidir bunu unutmayalım. Her şeyleri önlerine serdik, bir dediklerini iki etmedik ama bir türlü mutlu edemedik onları. Yine mutsuzluk yine mutsuzluk! Çalışmaktan yoksun, gayretten bihaber kaldılar. Haramlarla böyle kol kola, sarmaş dolaş gezer oldular, öyle ki harala evlatlarımızın arasında su sızmaz bir samimiyet doğdu. Bugüne kadar annelerimizin, babalarımızın yani büyüklerimizin tanışmadığı, tanımadığı sanal dünyadaki günahlar evlatlarımızın ahlak, iffet, namus, insanlık gibi kapılarının kilitlerini zorluyor ama göremedik. Netice itibarıyla ülkelerinde kaybettikleri itibarlarını uzaklarda yeniden kazanmayı ümit etmeye başladı gençlerimiz. İstikbali yurt dışında ararken, itibarlarını da kurtarabileceklerini umuyorlardı çünkü.
Size bir şey söyleyeyim mi dostlar? Ülkesini yeterince tanımayan, değerlerini bilmeyen, güçlü ve mutlu anılar biriktirmemiş olanlar bu akıl almaz göçün baş aktörleriydi aslında. En başta da ülkemize hak ettiği yatırımları yapmayan iş adamlarımız; doğduğu şehre, ekmek yediği ülkeye vefa duygusu beslemeyen, her şeyi paradan ibaret zanneden bu kapitalist dünyanın kölesi iş adamları, gemiyi ilk terk edenler olarak başı çektiler. Sonrasında kendi kimliğinden adeta soyunarak ve kültüründen soyutlanarak yurt dışında tutunabileceğini zanneden o söz de aydınlarla, yazarlarla, sanatçılarla, oyuncularla devam etti bu yolculuk. Yanıldıklarını büyük bir hüsranla anlamaları da çok sürmedi bunların. Sonuç? El memleketinde her şey o göründüğü gibi güzel, kolay ve cazip değilmiş. Barınamadılar.
Aynı şekilde binbir türlü hayal ve umutla yurt dışına yerleşen gençlerimiz; aslında hiçbir şeyin o dışarıdan göründüğü gibi afili olmadığını acı gerçeklerle anladılar yani madalyonun diğer yüzünü görmeden, elmanın iç çeperindeki çürüğü tatmadan anlamadılar durumu.
Şu da bir gerçek ki; Türkiye’yi “Cennet Vatan” diye hafızalarına kazıyan gurbetçi kardeşlerimiz var bir de dostlar. Onların neler çektiğini bir de gidip onlara sormak lazım. Uğradıkları sukutuhayaller, sahipsizlik duygusu, işte yabancı, sığınmacı, göçmen damgasından bir türlü kurtulamamalarını bir de onlara sor ve yaşadıkları hayal kırıklıkları… Bunların hepsi üç beş kuruş kazanmak, kendisinin ve ailesinin rahat etmesi adına yaban diyarlara gitme pahasına terk ettikleri öz yurtlarını, “Cennet Vatan” övgüsüyle ve büyük bir özlemle anmaya başladılar.
“Biz bir toplum olarak yalnızca kişi bazlı olarak ve bireylerin taleplerine, yağmacı hegemonyasına göre şekillenirsek orada bir geleceğin olması düşünülemez.” demiş bir tarihçimiz yani İlber Ortaylı hocamız.
Bakınız dostlar, 56 ülke gezdim. Ülkemiz kadar özgür ve refah seviyesi yüksek başka bir ülke tanımıyorum. Elbette ki gidilecek, gezilip görülecek, kısa süreli de olsa tecrübeler yaşanacak; yalnız yurt dışında ebedi bir mutluluk arayışına girmenin hüsrana sebep olacağını akıllardan çıkarmamak gerek! Çünkü bu ülkeden dışarıya çıktığınızda renginizden, değerlerinizden, hayata bakışınızdan ödün vermeniz gerekecek ve oranın halkıyla kaynaşayım derken kendi kültüründen sıyrılmanı düşündürerek silikleşmene sebep olacaklar.
En kötüsü de ne biliyor musunuz? Yaktığın o gemilere değmediğini anladığın o son pişmanlık anı var ya, işte o an olacak ama son pişmanlık fayda verir mi onu da zaman gösterecek.
Sağlıcakla ve vatanınızda kalın dostlar!