GAZ BULDUK DA N’OLDU CEBİMİZE Bİ ŞEY Mİ GİRDİ? – 07 Haziran 2021

07 Hazi̇ran Copy 2 2

Bugünlerde ülkemiz için kırılma noktalarından birini yaşıyoruz daha doğrusu o eski bozuk yollardan, stabilizeden asfalt yollara geçiş yaptığımız bir makas değişimi de diyebiliriz bunun adına. “25 milyar dolara satılık ülke” diye manşet atılan günlerden 143 milyar dolar değerinde doğal gaz bulduğumuz günlere geldik. Şükür…


Şimdi sizlere Karadeniz’de bulduğumuz doğal gazın ne anlama geldiğini, bu doğal gaz sonrası neyin ve nasıl değişeceğini anlatacağız.


Seversiniz veya sevmezsiniz veyahut da türlü iftiralarla birçok insanımızın aklına istenmeyen adam olarak kazıtılan bir isim vardı. Bu ülkede kötü giden ne varsa faturayı hep ona çıkarırdık. Hani yiğidi öldür ama hakkını yeme derler ya, onun için ben de güzelleme yapmıyorum veyahutta da bir ismin PR çalışmasına girişmiyorum, yiğide hakkını teslim ediyorum. Evet, eski Hazine ve Maliye Bakanımız Berat Albayrak’a ülke olarak, millet olarak ne kadar teşekkür etsek azdır. Eğer son bir yılda böyle tarihi günler yaşayabiliyorsak, böyle devler ligine adım adım yürüyebiliyorsak bunda Berat Albayrak’ın emeği çok büyüktür. Onun attığı adımları göremeyen, vizyonunu anlayamayanlar, ona sadece bir damat olarak bakanlar ve bu cepheden de vurabildikleri kadar vuranlar, aynı zamanda bu ülkenin millî adamlarını da ona düşman edenler bugün ne düşünüyorlardır, ne konuşuyorlardır diye merak da ediyorum. Utanırlar mı önceden söylediklerine? Hiç zannetmiyorum.


Berat Albayrak’ın Enerji Bakanlığı döneminde başlatılan, ardından da Maliye Bakanlığı döneminde de verdiği desteklerle günümüze kadar gelen bu sondaj çalışmaları her geçen gün meyvelerini böyle bir bir vermeye devam ediyor. Tabii bu mücadeleyi kararlılıkla devam ettiren, gece gündüz bu milletin sıkıntılardan kurtulması için çalışan şu anki Enerji Bakanımız Fatih Dönmez’i de unutmadık. Hepsinden Allah razı olsun. Bugün kuru siyasete kurban gitse de bu isimler, tarih sayfalarında hak ettikleri değerle mutlaka yer alacaklardır.


Evet, böyle birkaç ay arayla yeni yeni müjdelere uyanıyoruz. Alışkanlık oldu bizde müjde işi, yapamıyoruz müjdesiz. Tabii bir yandan da kötü bir durum var, sıradanlaşıyor gelen büyük haberler. Cumhurbaşkanımız Erdoğan; cuma günü, cuma namazından hemen sonra Zonguldak’tan Fatih sondaj gemimizin, Sakarya gaz sahasındaki Amasra-1 kuyusunda 135 milyar metreküplük yeni bir doğal gaz keşfi daha yaptığını müjdeledi. Burada benim en çok dikkat ettiğim yer şurası: müjdenin cuma namazından sonra dualarla birlikte verilmesi. Tabii beni mutlu ettiği kadar birilerini rahatsız etmiş olabilir: cuma namazı, dua, müjde… Neyse.

Böylece Karadeniz’deki toplam gaz keşfimiz 540 milyar metreküpe ulaştı. Bunun ekonomik büyüklüğü 100 milyar doların üzerinde. Başka hiçbir ülkeden gaz almadan Türkiye’nin ihtiyacını en az 10 yıl karşılayacak kadar büyük bir rezerve sahibiz artık. Birileri bağımsızlık kelimesinin ne olduğunu böyle değişik bir şekilde yorumlasa da, böyle heykel yapmak, eğlenmek, marş söylemek, işte slogan atmak, musluk açmak zannediyorlar bağımsızlığı. Onun için bir ara bu bağımsızlık ne demektir diye böyle sıfırdan anlatmamız gerekiyor bazılarına, yaparız onu da.

Karadeniz’de bulunan doğal gaz çıkartılmaya başladığında Türkiye’nin yıllık doğal gaz faturası 6 milyar dolar azalacak yani bu para, Rusya, İran, Azerbaycan gibi gaz aldığımız ülkelere gitmek yerine kendi cebimizde kalacak.

Peki, Karadeniz’de keşfedilen bu büyük miktardaki doğal gaz rezervleri, Akdeniz’de yapılan sondaj çalışmaları, Türkiye’nin dört bir yanında açılan yeni petrol kuyuları ki daha önce buralarda arama yapan yabancı firmalar buralarda petrol yok diye beton dökmüşlerdi bu kuyuların üzerine. Şimdi? Petrol çıkıyor o kuyulardan, onun yanında Mersin’de Akkuyu’daki Nükleer Santral inşaatı, yapılan devasa barajlar, Artvin Yusufeli’nde yapılan… Bütün bunlar ne anlama geliyor sizce, he yani bu devasa enerji hamleleriyle ne planlanıyor, ne amaçlanıyor? Bu işler, bu çalışmalar yani vatandaşa ne kazandıracak?

Karadeniz’de keşfedilen doğal gaza, Diyarbakır’da, Kırklareli’nde açılan yeni petrol kuyularına “Bundan benim kârım ne olacak? Kışın doğal gaz faturası daha mı az gelecek bize veyahutta doğal gaz sudan ucuz bir fiyata mı verilecek bize?” Bazıları da şunu soruyor, “Ben arabamın deposunu 50 liraya, 100 liraya doldurabilecek miyim yani bana ne faydası olacak?” diye bakarsak bu haksız bir bakış olmaz, çünkü insanoğlu öyledir. “Aga bana ne faydası var, cebime bir şey girecek mi?” der, doğal olan budur ama yetersiz bir bakıştır bu veyahutta da yetersiz bir değerlendirme olur bu.


540 milyar metreküplük doğal gaz keşfi enerjide dışa bağımlı bir ülke için çok büyük bir rakam. Bunu şöyle daha iyi anlayabiliriz. Türkiye’nin bugüne kadar topraklarından çıkarabildiği doğal gaz miktarı 16 milyar metreküp seviyesindeydi yani on yıllar boyunca aranıp, bulunup, çıkartılabilen doğal gaz, Karadeniz’de keşfedilenin 33’te biri kadar. Aradaki fark gerçekten devasa bir fark ve aramalar da devam ediyor. Bunların devamı da gelecek inşallah. O yüzden hemen, “İşte bu kuyu ne zaman açılacak? Biz bu gazı ne zaman kullanacağız?” diye sorular sorarsak yanlış yapmış oluruz. Daha doğrusu işe yanlış sorudan başlamış oluruz.


Böyle büyük keşiflerin, dev projelerin hayata geçmesi öyle kolay bir şekilde olmuyor. Sizin bir yerli otomobil yapabilmeniz için en az 3-4 yıl mücadele vermeniz gerekiyor ki bizim ülkemizdeki gibi her atılan adıma takoz koyanlar olursa sizde bu mücadele 60-70 yılda sürebilir. Yerli uçağımızı yapabilmek için 7-8 yıllık bir süreç var önümüzde. 2023 yılında hangardan çıkacak, 2028’de göklerde uçacak inşallah. Doğal gaz keşfetmek, petrol çıkarmak, devasa barajlar yapmak, nükleer santral inşa etmek yani bunlar, bu büyük eserler, bu büyük projeler büyük pencereden görülmesi gereken işlerdir. Onun  için gündelik hayatın gereksinimlerini gören bir gözlükle bakarsak olaylara; filin sadece hortumunu, kulağını görürüz ve bu da gördüğümüzün ne olduğuna bir türlü anlam veremeyişimize sebep olur.


Bunların şu an da hemen 2021’de pek faydasını görmüyoruz gibi gözükse de bundan 4-5 yıl sonra anlayacağız ne kadar değerli olduklarını. Onun için bu hamlelerin her biri, enerjide bağımsız olma yolunda döşenen taşlardan sadece birkaç tanesi. Enerjide dışa bağımlılığı olmayan ülkelerin çok ciddi kazanımları vardır, ekonomik olarak, üretim olarak, sanayi olarak, tarım olarak, teknoloji olarak… Size level atlatır ama benim için en önemlisi, enerjide dışa bağımlı olmayan ülkenin dünya podyumunda sesinin daha çok çıkacak olmasıdır, daha etkili konuşur, o ülke konuştuğu zaman birileri böyle keyfe keder dinleyemez o ülkeyi. Dikkatle dinlemek zorundadır, dikkatle dinlenir o ülkenin  söyledikleri. Bakın Türkiye önceden, Filistin’de yaşanan İsrail’in zulmünü sadece Dışişleri Bakanlığından yapılan küçük bir tepki açıklamasıyla, sadece bir kınamayla geçiştiriyordu ama şimdi durum aynı değil.

Ürettiği üstün teknoloji İHA ve SİHA’larla dünyayı kendine hayran bırakan, S-400 gibi en gelişmiş hava savunma sistemlerinden biriyle güvenliğini sağlama alan, yurt içi ve yurt dışında askeri operasyon kabiliyetlerine sahip olan, istihbarat teşkilatını devasa bir yapıya dönüştüren bir Türkiye var artık. O yüzden İsrail’le ilgili sesimiz eskisine nazaran çok daha gür ve çok daha güçlü çıkıyor. Haaa yeterli mi bu? Hayır ama böyle bir tık, bir tık arttırıyoruz volümü. Eğer enerjide bağımsızlığımızı ilan edebilirsek bundan sonraki süreçte sesimiz daha da gür çıkacak, Türkiye’den yükselen ses birilerinin yüreğini titretecek, uykularını kaçıracak, öyle kulak zarlarını patlatacak. İşte o zaman Kudüs’ün kapısına dayanabiliriz. İşte o zaman ilk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’yı özgürlüğüne kavuşturmayı düşünebiliriz.


Soruyorum size: 2010 yılındaki Türkiye, Ayasofya’yı yeniden camiye çevirip ibadete açabilir miydi, he? Bırakın açmayı, bunu dillendirmek bile büyük cesaret işiydi. Eğer 2010’lu yıllarda böyle bir şeye kalkışılmış olsaydı Cumhuriyet mitingleri vari ülkenin dört bir tarafında yürüyüşler, programlar yapılırdı, “Şeriat geliyor, işte Türkiye İran oluyor, Mollalar ülkesi oluyor, işte bu adım laik Atatürk Cumhuriyetine meydan okumaktır…” diye kıyameti koparırdı birileri. Sadece içeriden de değil ha, dış dünyadaki o pusudaki çakallar da basardı narayı ama 2021 yılındaki Türkiye, “Ayasofya’yı ibadete açacağım.” dedi ve kim ne demiş, hangi ülke ne söylemiş hiç kale almadan yaptı bunu.


Hani Fatih Sultan Mehmet, Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarı’nı yaparken etrafında bulunanlar, “Efendim bu hisarı buraya yapmakla dış ülkeleri çok rahatsız ederiz. Bu hisarı yapmadan bir diplomatik görüşmeler yapsak da dünyanın tepkisini çekmesek.” demişlerdi. O da, “Burası bizim toprağımızdır. Burası dedelerimizden, babalarımızdan bize kalmış bir topraktır ve kendi toprağımızda bir hamle yaparken de hiç kimseden izin almak zorunda değiliz. Biz köle değiliz, uşak değiliz, sığıntı değiliz. Bu topraklar bizim ve bu topraklarla alakalı kararı da ancak ve ancak biz veririz!” demişti. Aynısını yaptık. Ayasofya bizimdi ve kaderiyle alakalı kararı da ancak biz verdik. Ancak o iradeyi gösterecek kudrete geldiğimizde yani vakti zamanı geldiğinde yaptık o işi.


2030 yılında enerji için dışarıya hiçbir bağımlılığı olmayan hatta enerji ihracatı yapan bir Türkiye, dünyadaki olaylar karşısında sesini çok daha güçlü çıkaracaktır ve diğer ülkelere de yön verecektir Türkiye. Onun için bu müjdeleri, inşaatı devam eden ve birkaç ayda da üretime başlayacak olan o devasa barajları, temeli atılan nükleer enerji santrallerini, verilen bu mücadeleyi, gündelik siyasetimizin içerisinde o çok ucuz muhabbetlerle harcamayalım dostlar. Bu zararı ülkemize vermeyelim.


Artık Türkiye eski Türkiye değil. Artık Türkiye, birilerinin ev, araba anahtarı vaadiyle kandırdığı, “size deniz getireceğim” diye kandırdığı insanların ülkesi değil. Bu ülke gelişiyor, bu ülke büyüyor. Teknolojinin de ilerlemesiyle beraber Anadolu’nun herhangi bir köyündeki bir vatandaşımız, ülkenin diğer ucunda yapılan bir hizmeti takip ediyor ve onun ne anlama geldiğini de çok iyi biliyor. Evet, dezenformasyon var. Hem de çok ciddi derecede bir dezenformasyon var, bir bilgi kirliliği var, akıllar karıştırılıyor ama bu ülkede aklı başında olan insanlar, bu ülkenin ekmeğini yiyen ve bu ülkeye vefa borcu olduğunu hisseden fedakâr insanlar yapılan bu işleri görüyorlar.


Siz bahçenize bir meyve ağacı diktiğiniz zaman 2 yıl, 3 yıl, 4, 5 yıl gözünüz gibi bakarsınız ona, sularsınız, etrafındaki bütün yabani otları temizlersiniz. Önce küçük bir fidan olur. Sonra uzadıkça küçük küçük tomurcuklar çıkmaya başlar üzerinde. Bir süre sonra dallanıp budaklanmaya başlar. En sonunda ise yapraklar açan yemyeşil kocaman bir ağaç olur ve ondan sonra da meyve durur o ağaç. İşte o zaman verdiğiniz emeklerin karşılığını alırsınız, işte o zaman o meyvenin tadını alırsınız. Tabii nasibinizde varsa, Allah ömür verirse size yani, ama sizin ömrünüz yetmese bile sizin oğlunuz, torununuz yiyecek o meyveleri ve o meyve ağacını oraya diktiğiniz için de ruhunuza Fatihalar okuyacak, rahmetler okuyacak.


Onun için bazı çalışmalar vardır, anında sonuç vermez. Barbaros Hayreddin Paşa sismik araştırma gemisi bundan taa 9 yıl önce 2012 yılında alındı ve 2017 yılında da dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan Berat Albayrak, ilk sondaj gemisini aldığı zaman herkes gülmüştü ona, israf bu demişti, bu para bu gemiye verilir mi demişti ama Berat Bey taa o zaman, “Ne kadar ararsanız o kadar bulursunuz.” diyerek bu petrolleri, doğal gazları bulacağımızı söylüyordu.


Ha şunu da söyleyeyim; 2010’ların başlarındaki Türkiye, petrol veya doğal gaz bulmuş olsaydı dahi birilerinin baskısı ve engellemesi sebebiyle çıkaramazdı o doğal gazı, petrolü. Müsaade etmezlerdi yani izin vermezlerdi. Nitekim geçmişte aranıp bulunan ancak çıkarılamadığı için üzerine beton dökülen kuyulardan bugün petrol fışkırıyor. Çok şükür!


Karadeniz’de, Akdeniz’de doğal gaz keşfetsen de 2010’lu yıllarda ne olacaktı? Çünkü o yıllarda da henüz bu kadar güçlenmemiştik. Devlet olarak da güçlü değildik, biz de millet olarak o olayları anlayabilecek, büyük resmi görebilecek kadar da bilinçli değildik. Hala dışarıdan destekli iç tehditlerle boğuşuyorduk o dönemler de. İşte Gezi kalkışması, 17-25 Aralık operasyonları, Güneydoğu’daki hendek terörü, 15 Temmuz darbe girişimi…

Ama elhamdülillah bunların hepsinin milletçe üstesinden geldik ve düşmanlarımıza da göz dağı verdik ama artık 2021 yılındayız. Dünyada ne olup bittiğini çok daha kolay bir şekilde görebiliyoruz. Diğer ülkeleri takip ediyoruz. Onların geliştirdiği teknolojileri, silahları çok daha yakından takip ediyoruz. Onlar neye sahipse biz de onlara sahip olacağız demiyoruz, onlar neye sahipse, onlar hangi teknolojiye sahipse biz bir tık daha üstüne sahip olacağız, biz bir adım daha öne geçeceğiz diyoruz.


Sadece teknolojik olarak değil veyahutta da sanayi olarak değil, zihinlere vurulan zincirleri de kıracağız. Algı ile kedi olduğuna inandırılan aslana “aslan” olduğunu yeniden hatırlatacağız. Sinema filmleri çekilmesi gerekiyorsa onu da çekeceğiz. Geçmişimizi anlatan, ecdadımızın neler başardığını gösteren, dünyaya hükmettiğimiz yılları konu edinen dizilerimiz dünyanın birçok ülkesinde izlenme rekorları kırıyor. ABD’nin son 100 yılın süper gücü olmasında 1900’lerin başından itibaren dünyanın dört bir yanında gösterime soktuğu sinema filmlerinin etkisi çok büyüktür. Hollywood filmleriyle kendi kültürünü empoze etti tüm dünyaya. Çektiği askeriye, polisiye, ajan filmleriyle de böyle çok gelişmiş ve yenilmez bir ülke olduğunu, bir güç olduğu algısını yerleştirdi zihinlerimize. O yüzden sinema ve dizilerimizin Güney Amerika’dan Avrupa’ya, Orta Doğu’dan Balkanlara, Uzak Doğu’ya kadar ilgi görmesi çok güzel ve önemli, aynı zamanda da stratejik bir adımdır.


Bunun yanında turizm konusunda da en üst levelda mücadele etmeye çalışıyoruz. Dünyanın en çok turist çeken altıncı, Avrupa’nın da dördüncü ülkesiyiz. Onun için dünyanın en büyük turizm noktaları olan Fransa, İspanya, ABD gibi ülkelerdeki çalışmaları da biliyoruz ve yakından takip ediyoruz onları. Birilerinin Eyfel’i varsa bizde de Eyfel’den daha büyük, daha donanımlı ve daha simgesel olan Çamlıca Kulesi’ni yaptık.


Türkiye artık eski Türkiye değil dostlar. Dünyayla aşık atıyoruz. Biz şu anda ekonomik anlamda gelişmiş ülkeler sınıfında değiliz. Gelişmekte olan ülkeler arasındayız ama attığımız her adım, yapılan her çalışma gelişmiş ülkelerle kıyaslanarak yapılıyor. Türkiye’nin şu anda yaptığı hamleler, hayata geçirdiği projeler Almanya’yla, Fransa’yla, İngiltere’le kıyaslanıyor. Bu ülkede, “Ben yerli bir otomobil yapacağım.” dediğiniz zaman Hindistan’ın Tata’sıyla, Çin’in Chery’siyle, İran’ın bilmem ne markasıyla değil; Almanya’nın Mercedes’i, Audi’siyle, İtalya’nın Maserati’siyle İngiltere’nin Jaguar’ıyla, Elon Musk’ın Tesla’sıyla kıyaslanıyor. Almanya’daki BMW fabrikaları örnek gösteriliyor Türkiye’ye.


Bunları söylerken de çok uçmuyorum he. Az önce saydığım o araçları, o markaları gayet iyi biliyorum, ne kadar güçlü olduklarını da biliyorum, onları küçümsemiyorum da ama artık Türkiye, onlarla aşık atacak bir pozisyona geldi. Ben bunu vurgulamaya çalışıyorum.

2023’te yerli otomobilimiz yollara çıktığı zaman, 2030’da bunun ekmeğini bizim çocuklarımız yiyecek Tabii bizim ömrümüz yeterse biz de yiyeceğiz ekmeğini. Bütün  bunların yanında bir Z kuşağıdır tutturmuşlar gidiyorlar, saldırıyorlar da saldırıyorlar. Çünkü pırıl pırıl beyinlere sahip o genç neslin birçok şeyden haberi yok. Türkiye’nin hangi zorlu yollardan geçtiğini, bugünlere nasıl geldiğini, çok değil daha 20 yıl önce neler neler çektiğini bilmiyor bizim gençlerimiz. Çünkü o zamanlar da ya daha doğmamışlardı ya da anne kucağında yatan bir bebekti onlar. O yüzden en zayıf noktaya oynuyorlar. Bir kaleyi fethetmek isteyen önce en zayıf noktasına saldırır ve sonra da surda bir gedik açarsan yavaş yavaş içeriye girer orayı ele geçirirsin. Onun için gençlerimize saldırıyorlar. Saçma sapan içeriklerle, ne idiği belirsiz tiplerin yönettiği o oyun platformlarıyla uyutmaya çalışıyorlar bizim gençlerimizi ama bilmedikleri bir şey var bizim gençlerimiz için. Bizim gençler her türlü goy goya ayak uydurur, ortamda dönen muhabbet ne ise o muhabbete de katılır. Heyecan olsun, aksiyon olsun, lak laka olsun diye de böyle atarlı giderli yazar, çizer, konuşur ama söz konusu vatan olduğunda o kimsenin kale almadığı gençlerin her biri Atilla kesilir, Kürşat kesilir, Alparslan kesilir. O gençlerin her biri Ömer Halis Demir olur, Yavuz olur, Nene Hatun olur, Sütçü İmam olur; Eren olur, Yasin olur, Rabia olur ve dağ gibi yürekli özel harekatçı kızımız şehit cennet gibi olur. Z kuşağı, bilmem ne kuşağı diye, nasıl olsa bunlar bir şey bilmiyorlar, bunlar tam kek diye hesap yapanlar işte o zaman anlayacaklar bizim gençlerimizi. He bu işin örneğini görmek isteyenler de 15 Temmuz gecesinin videolarına şöyle dönüp bir baksınlar. O gece sokakları ayağa kaldıran, tanklara kafa atan bu ülkenin 15, 18, 20 yaşındaki o gençleriydi, o delikanlılardı.

Neyse, biz yine dönelim bizim mevzumuza…


Şu an da bulunan bu devasa miktardaki doğal gaz, Türkiye’nin sesinin çok daha fazla ve çok daha yüksek çıkmasına vesile olacak dedik ya, böyle dev adımlarla yavaş yavaş, sabırlı bir şekilde, sesimizin en çok ve en etkili çıktığı hâle ulaşacağız. Nasıl ki Osmanlı Devleti, dünyanın göz bebeği olan İstanbul’u fethedip, Roma İmparatorluğu’nun sonunu getirdikten sonra dünyaya hükmetmeye başlamışsa biz de günümüzün büyük fetihleri sayılan bu enerji keşiflerine, bu askeri güç, ekonomik büyüklüğe ulaşarak yeniden dünyada söz sahibi olan birkaç ülkeden biri olacağız.


Dünyanın neresinde olursa olsun, bir Müslüman’a zulmeden veya zulmetmeyi düşünen devlet, “Ulan acaba, acaba Türkiye ne der?” diye dönüp bir bakacak ve orada bir yerde Türkiye’nin olduğunu her daim bilecek. Verilen mücadele bunun için dostlar. Onun için sesimizi yükseltmemiz lazım. Karadeniz’den verilen 135 milyar metreküplük yeni doğal gaz müjdesi, sesimizi bir tık daha yükseltmiştir. Böyle böyle gideceğiz. Adım adım, sabırla ilerleyeceğiz. İnsan bile kademe kademe büyüyor ve gelişiyor. İlk önce emeklemeye başlıyor. Ardından ayaklanıp böyle çata pat yürümeye geçiyor. Biraz daha büyüdükten sonra bir iki kelime konuşmaya başlıyor. Birkaç sene sonra her şeyi anlayıp, kendini ifade edebilen bir çocuk haline geliyor. Sonra anne babasından ayrılıp okula gidebilen bir çocuk haline geliyor. Sonra ergenlik, gençlik… Türkiye şu an da AK Parti hükûmetiyle beraber tam 20 yaşında ve tam 20 yaşında; güçlü, kuvvetli, böyle kanı deli gibi akan bir genç gibi, böyle taşı sıksa suyunu çıkaracak seviyede. İşte bu süreçte sekteye uğramaz da, yorulup da vazgeçmezsek, “eee hani ama, biz ne zaman rahat edeceğiz” diye acele etmezsek neler yapabileceğimizi, neleri başarabileceğimizi varın siz düşünün.


Bu ülke bir uyanış süreci yaşadı. O dönem de bütün güçler Türkiye mışıl mışıl uyumaya devam etsin diye çabalıyordu. Biz de geçmiş konuşmalarımızda, geçmiş videolarımızda “Türkiye uyanıyor!” diye anlatıyorduk. İşte o gaflet uykusu bitti, Türkiye uyandı artık. Durduramadılar! Uykunun rahatlığında kendini kaybetmemizi sağlayamadılar yani uyuyan dev uyandı, elhamdülillah, elhamdülillah! Türkiye uyandı ve yükseliş sürecine girdi. 2023’e kadar bu yükselme sürecini yaşayacağız. 2023’ten 2028’e kadar ki dönemde de bambaşka bir seviyeye ulaşacağız. Bunun için bize lazım olan iki şey var: Bir inanmak, iki sabır. Sabredeceğiz ve inancımızı ne olursa olsun kaybetmeyeceğiz. Tolstoy’un da dediği gibi “İnancını kaybetmiş insan, dünyada düşülebilecek en tehlikeli durumdadır.” Evet, inancımızı kaybetmeyeceğiz. Eğer inancımızı bir gün dahi kaybetmiş olsaydık Ayasofya’nın zincirleri kırılamazdı, o 86 yıl mermerleri ayakkabı ile kirletilen o mabet; secdelere, salavatlara kavuşamazdı..


Birileri hep konuşacak; birileri deveyi pire, pireyi de deve gösterme kurnazlığına her daim başvuracak. Zayıf noktalarımızı arayacaklar hep, buldukları anda da ne var ne yok saldıracaklar. Çünkü filmin sonunu biliyorlar. Çünkü önceden cihan devletine sahip olan Türklerin neler yapabildiğini senden benden daha iyi biliyorlar. Sen unutsan da onlar unutmuyorlar.


Bizler çocukluğumuzda kömürü bulan Uzun Mehmet’in hikayeleri ile büyüdük, ilkokulda Uzun Mehmet’i bir kahraman olarak tanıdık, öyle anlattılar bize Uzun Mehmet’i ki Uzun Mehmet de evet kahramandı. Çünkü o günün en kıymetlisi olan kömürü, kara elması bulmuştu. O gün Türkiye’de yaşayan hiç kimse Uzun Mehmet’in siyasi görüşünü, mezhebini, ırkını, fikrini, zikrini… Hiçbir tanesini bilmezdi, umurlarında da değildi o insanların. Çünkü o bu memleketin hepsinin kahramanıydı. Herkesin Uzun Mehmet’iydi. İşte o günün Uzun Mehmet’i, bugünün Berat Albayrak’ıdır, Enerji Bakanı Fatih Dönmez’idir veyahutta da  o gemilerde çalışan binlerce isimsiz mühendisleridir. O günün kara elması kömür, bugünün doğal gazıdır dostlar ama maalesef bu ülkenin ortak kazanımını basitleştirmeye çalışan, isimlerin üzerinden itibarsızlaştırma kampanyalarına girişenlere hem üzülüyor hem de onların o hallerine acıyoruz.


O yüzden de şu anda verilen bütün mücadele bu ülkenin yükselmemesi için veriliyor. Hiçbir şeyinin yükselmemesini istiyorlar bu ülkenin. Teknolojisinin gelişmemesini ekonomisinin büyümemesini, ticaretinin ve sanayisinin gelişmemesini, kültürünün artmamasını, sporcusu ve sanatçısının başarılı olmaması için uğraşıyorlar. En çok da bu ülkenin sesinin daha yüksek çıkmasına tahammül edemeyenler, bunun olmasını istemeyenler devredeler.


Yapılan dev projeler, denizlerimizde yapılan yeni yeni keşifler, topraklarımızda açılan yeni petrol kuyuları, verilen yeni yeni müjdeler bizi daha da yükseğe çıkaracak. Nerede bir haksızlık var, nerede bir sömürü var, nerede bir zulüm var orada sesimiz daha yüksek çıkacak işte. Dünyanın daha yaşanılabilir bir diyar olması için, huzurun, adaletin, insanların özgürce ibadetlerini yapılabildiği bir belde olması için daha çok çalışacağız, daha çok söz söyleyeceğiz.


Onun için bu müjdelere böyle geniş perspektiften bakalım ki iç siyasetteki o kısır tartışmalar ve o saçma sapan gündemler aklımızı karıştırmasın, böyle güzel  güzel haberlerin de önüne geçmesin dostlar. Evet, inşallah en yakın zamanda büyük ve güçlü Türkiye’de görüşmek üzere.


Kalın sağlıcakla.