KANAL İSTANBUL TARİHE GEÇECEK – 03 Haziran 2021
Bir şehir gibi ol.
Mesela İstanbul gibi…
De ki;
Boğazım kuruyuncaya kadar seveceğim seni.
Evet dostlar, evet…
Kalemi kuvvetli yüzlerce şair, nice şiirler yazdı bu şehre dair; nice şarkılar, nice türküler söylendi bu şehrin uğruna. Yeşilçam’ından tutun da Hollywood filmlerine kadar onlarca filme doğal bir plato oldu. Âşıkların, sanatçıların, edebiyatçıların, düşünürlerin şehri olarak anıldı hep. Dünyanın dört bir yanından gelenleri adeta büyüledi güzelliğiyle. Ressamların bile o muhteşem manzaranın güzelliğini çizmeye çalışırken bocaladığı, fırçasının yetersiz kaldığı bir şehir oldu İstanbul.
Klasik bir tepkidir ya, “Yok arkadaş, yaşanmaz bu şehirde. Gürültüsü, trafiği, keşmekeşliği, yoğunluğu…” İstanbul’dan çıkıp gidince bir rahatladığını, huzuru bulduğunu zannedersin ama üç gün geçmeden özlersin bu şehri. Hatta trafiğini gürültüsünü bile özlersin ve hemen geri dönersin bu şehre.
Hani Fransız yazar, aynı zamanda da şair olan Lamartine’nin söylediği bir söz vardı ya İstanbul’la alakalı: Dünyaya son kez bakacaksın deseler bana, bu bakışı İstanbul’un Çamlıca’sından isterdim. Öyle diyor.
Mesela bana dünyaya son kez bakacaksın deseler, inanın ben Süleymaniye’den bakmak isterdim yani o hakkımı ben İstanbul’un yedi tepesinden birisi olan Süleymaniye’den kullanırdım. Çünkü beyaz güvercinlerin semasında uçuştuğu ilahi bir şehirdir İstanbul. İstanbul’la alakalı bir yazı yazmak istesen, bir video çekmek istesen girizgâhı bitmez aslında İstanbul’un. Neresinden tutarsan tut, neresinden bakarsan bak aşk kokan, özellikle de hayal kurduran, insana huzur veren yani kısacası dünyada eşi emsali olmayan bir şehirdir İstanbul.
Bu videoda da sizlere aslında İstanbul’u anlatmak değil derdim. Zaten anlatmakla da bitmez ya bu şehir. Hem benim dünyamda İstanbul böyle atlas kumaşlara sarılıp sarmalanıp vitrinlere koyulması gereken bir elmastan, bir mücevherden farksızdır.
Necip Fazıl’ın tabiri ile ana gibi yardır İstanbul ama benim asıl derdim, böylesine güzel bir şehre layık olup olmadığımız veyahutta da bu şehri anlayıp anlayamadığımız; bu şehrin herkes tarafından görünen yüzünü gördüğümüz kadar özünü, ruhunu da görüp göremediğimiz; tarihin karanlık sokaklarını, çağların o kuytu dehlizlerini adımlayarak bu günlere ulaşan bu kadim şehre ne kadar değer verdiğimiz; canla başla çalışıp çalışmadığımız… Benim asıl derdim bu.
Şöyle geriye dönüp bir baktığımızda dünyada hem coğrafi olarak hem stratejik olarak hem de tabii güzelliği hiçbir şehre benzemeyen İstanbul, hak ettiği değeri aslında son 20-25 senedir görüyor.
Bu son 20-25 senedir İstanbul’u yeniden şaha kaldıracak dev adımlar atıldı ve atılıyor. Yerli projeler geliştiriliyor, hem ticari hem de coğrafi konumu itibarıyla şanına yakışır hamleler bir bir sıralanıyor. Her ne kadar 20’li yaşlardaki gençlerimiz öncesi sonrası yapma konusuna pek ilgi göstermese de bu şehirle alakalı, bu şehrin son 30 yılına şahitlik yapanlar bu değişimi, bu gelişimi ve bu farklılığı net bir şekilde görmüştür. Belki birileri siyasi tutumundan dolayı bu değişimi, gelişimi dillendirmese de herkes eski İstanbul ile yeni İstanbul’un ne demek olduğunu adı gibi biliyordur.
İstanbul için aklı, fiziği, matematiği zorlayan bir proje girdi gündemimize son 10 yılda. 2013 yılındaki o malum Gezi Olayları esnasında özgürlükten dem vuran, daha çok hürriyet diyen, ağacı, yeşili, çevreyi, doğayı korumalıyız diye sokaklara dökülen insanların sözcülüğünü yapanlar kameraların karşısına geçip “Kanal İstanbul’u yapmaktan vazgeçin!” dediklerinde herkes bir şaşırmıştı, ne alaka? Ya bu Gezi Olaylarının ne alakası var Kanal İstanbul’la demişti herkes ve o tarihlerde daha da bir adını ezberlemiştik bu Kanal İstanbul’un.
En son olarak da 2019 yılının sonunda Türkiye gündemine yeniden oturdu. 8-10 yıl önce bir hayal olarak ortaya konan Kanal İstanbul yapım aşamasına gelmişti çünkü. İnsanların İstanbul’a ve İstanbulluya hizmet etmesi için seçip işbaşına getirdiği yöneticiler geldikleri günden itibaren billboardlara, afişlere, metroların, tramvayların içerisindeki o ekranlara Kanal İstanbul’un yapılmaması için reklamlara başladı. Millet yatırım beklerken, millet hizmet beklerken, millet eser beklerken aynı Boğaz Köprüsü’nde olduğu gibi, aynı havalimanlarında olduğu gibi, aynı otoyollarda olduğu gibi bir devlet projesi olan Kanal İstanbul’u bir karalama kampanyasına girişildi ve doğal olarak bugünlerde de tekrar boğazın sularını ısıtmaya başladı tabiri caizse.
26,5 milyon vatandaşın oyunu alarak Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Kanal İstanbul için hazırlıkların büyük ölçüde tamamlandığını ve ilk köprünün temelinin de haziran ayının sonunda atılacağını duyurdu. Tabii bu projenin ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini bilen insanlar bu haber üzerine sevindiler. Bunun yanında bu ülkede yapılan veyahutta da yapılacak olan her şeye, atılacak olan her adıma takoz koymayı muhalefet etmek zanneden; modernliği, özgürlüğü, çağdaşlığı yıkmak zanneden, direnmek zanneden birilerinin de canı epey bir sıkıldı bu haberle. Hani diyor ya eskiler, “Sıkı can iyidir, geç çıkarmış.” diye. :))
Hatırlayın, geçtiğimiz aylarda 104 eski emekli amiral gece yarısı Montrö ve Kanal İstanbul’a ilişkin “darbe bildirisi” kaleme almıştı. Her ne kadar birilerinin, “Yahu bunlar emekli, ne yapabilir ki, işte su tabancası ile mi darbe yapacak bunlar? Bırakın bu ayakları, emekli adamlardan darbeci çıkmaz, zorlamayın…” diyenler, tabii bu ülkenin darbeler tarihine ve darbeler serüvenine bakmıyor. Ezberlemişler 3-5 tane cümle, devamlı onu yazıyorlar yani böyle papağan gibi devamlı onu tekrar ediyorlar. 15 Temmuz darbesinin başındaki kişi Akın Öztürk neydi, he? Emekli bir paşa değil miydi? Ee hani emeklilerden bir şey olmazdı, Akın Öztürk’ü nereye koyacağız?
Neyse, bu 104 emekli amiralin yaptığı şey bal gibi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne parmak sallamaktı. Oların da gündeminde bu Kanal İstanbul vardı. Kanal İstanbul’dan hemen vazgeçin diyorlardı. Herkesin gündemi bu. Şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haziran ayı sonunda başlıyor açıklamasıyla, birileri yeniden bir şeyler yazıp çizmeye, karalamaya, atıp tutmaya başladı yani dediğim gibi Kanal İstanbul projesi yeniden ülkenin en önemli gündem maddelerinden biri oldu.
Peki, neden karşı çıkıyorlar bu Kanal İstanbul’a bu kadar veyahutta da bu Kanal İstanbul’la alakalı hazımsızlıkları neden? Yok yok, merak ediyoruz. Hakikaten niye karşı çıkıyorlar? Şimdi Kanal İstanbul yapılmasın diye kendini paralayan tiplere bakınca, ya acaba İstanbul sevgisinden mi yapıyorlar bu itirazı diyeceğim de bunların geçmişte nasıl bir İstanbul bıraktığını hatırlıyorum ben.
Çöp dağlarının rezilliğini, Haliç’in pisliğini, hava kirliliğinden dolayı o dağıtılan gaz maskelerini, susuzluğu, çamuru, çukuru… Hepsini hatırlıyorum. İstanbul’a yeni geldiğim yıllardı, 92-93 seneleri. Yatılı ortaokula başlamıştım ve bir patlama duyduk. Ümraniye’de, Hekimbaşı’nda çöp dağı patlamış ve 39 vatandaşımız ölmüştü. Gerçi o Ümraniye’deki Hekimbaşı çöplüğünün olduğu yerde şimdi spor tesisleri var, birde gül bahçeleri yapılıyor orada. Birileri çöp dağları oluştururken birileri o çöp dağlarını gül bahçelerine çeviriyor. Aradaki bariz fark bu.
Neyse, yeni nesil gençlere bunu anlatmak çok zor. Bu anlattığım olaylar böyle 28-30 yıl önceydi. Hani öyle 1300’lerde, 1400’lerde falan değil he, 90’lı yılların İstanbul’uydu bu dediğim. O yıllarda İstanbul’da o kadar çok yapılacak iş vardı ki ama ortada bunları yapacak ne bir siyasi parti ne de bir adam vardı. Çünkü herkes başörtüsüyle, laiklikle, 10. Yıl Marşı ile meşguldü. Gerçi şimdi de değişen bir şey yok ya… Cumhuriyet kurulalı neredeyse olmuş 100 yıl, birileri halen daha 10. Yıl Marşı’yla ilericilik taslıyor bize. -aga geçti orada geçti-
Ve o sıkıntılı günler de bu millet kendinden gördüğü bir adama umut bağladı ve 27 yıl önce de kaderi değişmeye başladı bu İstanbul’un. O günden beri İstanbul için yapılan her hizmet, atılan her temel, açılan her köprü, temizlenen her köşe bucak gözlerine battı birilerinin. Çünkü yediremediler kendilerine, ellerindeki İstanbul gibi -hani diyorlar ya nimet, nimet- işte İstanbul gibi bir mücevherin kıymetini bilemediler. Sonra? Türlü ittifaklarla, türlü pazarlıklarla, böyle akla hayale gelmeyecek ajans oyunlarıyla, yeniden İstanbul’un yönetimini ele alanlar şimdi çareyi yapılan hizmetlere çamur atmakta buluyorlar.
Kanal İstanbul’la alakalı da işte yok Montrö’ydü, yok Lozan’dı, yok işte çevreye zarar verecek, yok depremi tetikleyecek, yok işte içme sularını kurutacak, yok oydu yok şuydu yok buydu… Neymiş? Kanal İstanbul yüzyılın felaketiymiş, İstanbul’a ihanet etmekmiş, onun için de yaptırmazlarmış.
Ya aynı şeyi siz Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde de ve Osmangazi Köprüsü için de söylüyordunuz. 3. havalimanına, Avrasya Tüneli’ne de karşıydı bunlar. Marmaray’ı duyunca tutuşmuştu etekleri.
Sonra? Sonra çıkıp ne dediler? Marmaray Ecevit’in projesiydi. Doğru, havalimanı da Hezarfen Ahmed Çelebi’nin projesiydi, hani uçma muçma var ya…
Birilerinin karşı olduğu ne varsa hepsi bir bir yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Kanal İstanbul da yapılacak Allah’ın izniyle ve dünya hayran hayran izleyecek. Hani dün ilan ettik, bugün müjdeledik, yarın yapacağız. Türkiye’nin hayallerini durdurmaya hiçbirinin gücü yetmeyecek.
Birçok kişi analiz yapıyor,.. Bazıları da böyle tehdit ediyor, aba altından sopa gösteriyor, “İşte ortalık karışacak yine gezi benzeri olaylar olacak…” diyor. Doğrudur, olabilir, birileri ayağa kalkabilir, yollara da dökülebilir ama burası Türkiye ama eski Türkiye değil, burası yeni Türkiye!
Bu ülke öyle bir avuç azınlığın çata pat seslerine teslim olacak bir ülke değil. Bu ülke yıllardır hayali kurulan noktaya gelecek, ulaşacak. Bu ülke yokuşu çıkmak için verdiği uğraştan vazgeçmeyecek ve bu tekerlek o yokuşta kalmayacak.
Yahya Kemal Beyatlı, “Deniz Türküsü” adlı şiirinde çok güzel yazmış:
Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!…
İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.
Hayatın, canlı olmanın, nefes aldığını hissetmenin en temel kaynağı, bir hedefinin, bir idealinin olmasıdır ve bunun için de bir hayal kurman gerekiyor.
Malazgirt’te Alparslan bir hayal kurdu, Anadolu’nun kapıları aydınlığa açıldı. Fatih Sultan Mehmet bir hayal kurdu, gemileri karadan yürütüp İstanbul’u fethetti. Mimar Sinan bir hayal kurdu, inşa ettiği Süleymaniye Camii İstanbul’un incisi oldu ve millet bir hayal kurdu, Ayasofya da yeniden secdeye kavuştu.
Şunu hiç kimse unutmasın:
Bütün büyük adımlar bir hayalle başlar. Ülkesi için, milleti için hayal kuranlar hep var oldu hem tarih sayfalarında hem de bu milletin kalbinde.
Şimdi sıra “Çılgın Proje”de yani Kanal İstanbul’da…
Kurulan hayalleri, gerçeğe dönüştürmek için şimdi gayret vakti, koşma vakti.
İstanbul, güzelliğiyle sadece Türkiye’nin değil dünyanın göz bebeğidir. Bu şehre yapılan hizmetler sadece bu şehrin yaşayanlarını alakadar etmiyor; İstanbul’a yapılan her hizmet hem Trakya’ya hem Anadolu’ya hem Karadeniz’e yapılan bir hizmettir hatta insanlığa yapılan hizmettir. İçinden deniz geçen dünyadaki tek şehir olan İstanbul, bu çılgın projeyle artık içinden iki denizin geçeceği eşsiz bir şehre dönüşecek.
Tabii bir de bu işin güvenlik tarafı var…
İstanbul Boğazı’nda her geçen gün gemi trafiği artıyor. Düşünün bugün yılda ortalama 50 bin gemi geçiş yapıyor İstanbul Boğazı’ndan hem de öyle devasa büyüklükteki kuru yük gemileri, tankerler… Bu sayının 2030’da 65 bini, 2050’de de 100 bini aşması bekleniyor. Önümüzdeki yıllarda artacak bu gemi ve tanker trafiği İstanbullular için çok büyük bir tehlike arz ediyor. Birileri İstanbul Boğazı’nı sadece fotoğraf çektirme yeri veyahutta da boğaz turu atılan bir kordon veya kıyılarında böyle rakı balık keyfi yapılacak bir yer olarak görüyor olabilir ama burası aynı zamanda bir ticaret yolu. Stratejik olarak da Ege Denizi, Akdeniz ile Karadeniz arasında ki bir kilit taşıdır burası. Bu geçişin önemini ve burada yaşananları iyi bilmek lazım.
Geçmişte boğazda yaşanan gemi kazalarını şöyle bir hatırlayalım:
1960 yılında o Sarıyer, İstinye önünde Yunan ve Yugoslav tankerleri çarpışarak büyük bir faciaya sebep olmuştu. O kazada da tam 51 denizci hayatını kaybetmişti. “Bana ne arkadaş, işte bizim vatandaşımız değillerdi onlar!” diyemeyiz ki, ölen insan ve sonrasında da 20 bin ton petrol de deniz dökülmüştü. Ardından bir yangın… 56 gün söndürülememişti o yangın, Anadolu ve Avrupa Yakası’nda oturanlar yaklaşık 2 ay boyunca böyle korkuyla yaşamışlardı.
Sonra 1979 yılında yaşanan bir başka kaza… Independenta mı neydi, dev bir Rumen tanker vardı, onun yaptığı kaza… İstanbul Boğazı’nın unutulmayanları arasındadır. 43 denizcinin hayatını kaybettiği o kaza sonrası yine yangın çıkmış ve tonlarca petrol denize akmıştı. Balıklar böyle petrole bulanmış bir şekilde kıyıya vurmuştu ve tam 1 ay boyunca deniz alev alev yanmıştı.
Bu anlattıklarım sinema filminden bir kesit falan değil ha. Aleni bir şekilde İstanbullunun gözü önünde olan olaylardı bunlar.
1963’te sisli hava yüzünden Rus şilebi Baltalimanı’nda yalıya çıkmıştı.
1991’de koyun yüklü Lübnan bandıralı bir gemi ile Filipin bayraklı bir gemi çarpışmıştı ve tam 22 bin koyun boğazın sularına gömülmüştü, deniz leş olmuştu. Haftalarca ölümcül bir koku ile boğuşmuştu İstanbul.
1994’te 100 bin ton petrol taşıyan Kıbrıs Rum Kesimi bandıralı Nassia tankeri bir kuru yük gemisi ile çarpışmıştı.
2002’de Malta bayraklı Gotia, Emirgan İskelesi’ne çarpmıştı.
2016’da Karadeniz’den gelen kuru yük gemisi Sarayburnu açıklarında sahil güvenlik botu ile çarpışmıştı ve tam 4 mürettebat ölmüştü.
Bunun yanında yakın zamanda yaşanan 2 kaza… Hepimiz biliyoruzdur onu, sosyal medyada falan da paylaşılmıştı. Biri 2018’de 225 metre boyundaki dökme yük gemisi, Anadolu Hisarı’ndaki Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı’na çıkmıştı. Diğeri de 2019’da, Liberya bandıralı “Songa” adlı yük gemisi de Rumeli Hisarı mevkinde kıyıya çarpmıştı.
Dediğim gibi bu kazalardan sonra İstanbul Boğazı’nda geçiş trafiğinin aksaması ve insanların ölmesi bir yana dumanlar nedeniyle kirlenen havanın insan sağlığını tehlikeye atması ve özellikle de denizde yaşayan canlıların ağır petrol kirliliğinden dolayı yok olması gibi ağır bedeller ödemişti bu İstanbul.
Bütün söylenenleri koyun kenara, Kanal İstanbul’un şart olduğu sadece bu kazalarla bile ortaya çıkıyor.
Bunun yanında Kanal İstanbul öyle sadece gemilerin geçeceği ve her geçişten de ücret alacağımız, para kazanacağımız öyle basit bir proje değildir. Kanal İstanbul aynı zamanda bir şehircilik projesidir, çevre projesidir, konut projesidir, turizm projesidir hatta enerji, ulaştırma, istihdam projesidir. Denizi, yeşili ve hayvanı koruma projesidir. Anlayacağınız çok boyutlu bir projedir Kanal İstanbul.
Bakmayın siz birilerinin bu projeyi itibarsızlaştırma gayretlerine. Yok efendim rant oluşacakmış! Bir araştırın, siz de göreceksiniz. Bu kanalın yapılacağı bölgede kimlerin arsa topladığına bir bakın. %90’ı böyle ideolojik tutumları nedeniyle çıngar çıkaranlar var ya, onlar topluyorlar arsaları. Hani köylü gelin gibi hem ağlarım hem giderim havasındalar; hem itiraz ederim hem de balı kaymağı ben yerim diyorlar.
10 yıldır çalışması yapılıyor bu Kanal İstanbul projesinin. Deprem raporları, ÇED raporları, çevre analizleri hepsi yapıldı ve hiçbir engel yok bu çalışma için ve bu kanal yapılırken de oluşabilecek bütün riskler hesaplandı ve gerekli tedbirler üzerine de gece gündüz çalışıldı yani bu kanalı yapacak olanlar derslerine çok iyi çalıştı ama bu kanal projesine karşı olanlar bilip bilmeden, sadece “istemezük” desturu ile boş boş slogan atıyorlar. Ezberlerindeki o üç beş cümleyle ekranlarda, sosyal medya hesaplarında ahkam kesiyorlar. Çünkü en iyi bildikleri iş bu, slogan atmak… Ahhh bir de bir kere milletin derdine derman olmak için bir adım atsalar… Slogan atıyorlar.
Bu kanalın su derinliği yaklaşık 25 metre, 145-150 metre civarında da genişliği var. 40-45 km uzunluğunda olacak bu kanal ve bu kanaldan günde 150-160 gemi geçebilecek. Birilerinin iddia ettiği gibi kanal gemi trafiğini yavaşlatmayacak, tam aksine daha da hızlandıracak. Kanal üzerine inşa edilecek köprülerle de kara ve demir yolu ulaşımı hiçbir sekteye uğramayacak yani demir ağlarla örülecek bağlantı yolları. Az önce de söyledim ya, belki birileri bu 10. Yıl Marşı’nı da bir günceller. Hani diyorlar ya, “on yılda işte bilmem on binlerce genç”, işte “yüzyılda yüz binlerce genç diye” günceller onu belki.
Bu kanalla birlikte İstanbul Boğazı tanker trafiğine tümüyle kapanacak, İstanbul’da iki yeni yarımada, bir tane de ada oluşacak. İşte o zaman boğazın üzerinde yap yapabildiğin kadar tenis kortu değil mi?
Kanal İstanbul, yeraltı ve yerüstü kaynaklarına da zarar vermeyecek. En çok konuşulan şeylerden bir tanesi, İstanbul’da bir su sorununa da sebep olmayacak. Yahu 1990’lı yıllarda bir damla su akmayan şehre kilometrelerce uzaktan o dev borularla su getiren adam bu şehri susuz bırakır mı ya? Akıl var, göz var, nizam var…
Kanalın inşası sırasında da milyonlarca metreküp hafriyat çıkarılacak haliyle ve bu çıkarılan taşlar, topraklar büyük bir havalimanı ve liman yapımında kullanılacak, taş ocaklarının ve kapatılan madenlerin doldurulması için kullanılacak bunlar. En önemlisi de ne biliyor musunuz dostlar? Hani hep diyoruz ya; ülkemizin ve özellikle de gençlerimizin en büyük problemi işsizlik diye, işte böyle büyük projelerle binlerce, on binlerce gence ve insanımıza istihdam sağlanacak.
Öyle her muhtara verdin mi bir özel kalem bitmiyor işsizlik. Türkiye’de var 50 bin muhtar, işsiz sayısı 10 milyon civarında… Onun için böyle dev yatırımlarla bu işsizliği minimuma indirebiliriz ancak.
Neyse dostlar, Türkiye 2023’e böyle çılgın dev ve projelerle, eserlerle girmeyi hak ediyor.
Mersin’de dev bir nükleer santral yapılıyor, Çanakkale’de devasa bir köprü yükseliyor, Kuzey Marmara Otoyolu bitti, dünyanın en büyük havalimanlarından biri İstanbul Havalimanı bitti, Artvin’de devasa bir baraj yapılıyor, hızlı tren yolları ile Anadolu’da şehirler birbirine bağlanıyor, bir tane yapılmıştı, şimdi bir tane daha… Denizin üzerinde havalimanları yapılıyor yani yeni dünyaya hazırlanıyor Türkiye ve şunu söyleyeyim:
2023’ten sonra, 2053’ten sonra -hani diyorlar ya- var bir hayalimiz millet olarak…
Evet, bizler hayal etmeye devam edelim. Çünkü Allah, kuluna nasip etmeyeceği şeyin hayalini kurdurmazmış.
Kalın sağlıcakla.