GOEBBELS’İN TORUNLARI MECLİSTE – 17 Temmuz 2021

Bir zamanlar Cumhuriyet Halk Partisi’nin lideri yani şefi İsmet İnönü’nün doğum gününü böyle gazete manşetlerinden kutladığı bir lider vardı, Alman lider Adolf Hitler. Herkesin tanıdığı bu Hitler büyük Almanya’yı kurmak için yani arı bir ırk oluşturmak için, dünyayı ateşe verdi. Böylece de tarihe hem zalim faşist hem de diktatör olarak geçti.
II. Dünya Savaşı’nda ağır silahlar kullanan ve bu ağır silahların yanında da
dünyanın en etkili silahı olan algıyı profesyonelce kullanan daha doğrusu
dünyaya “algı nasıl yapılır”ın kitabını uygulamalı bir şekilde yazan bu
Nazileri ki bugün bile Avrupa’daki Müslümanları, Türkleri böyle çeşitli
saldırılarla öldüren o ırkçı, faşist Nazileri hepimiz hem tanırız hem de
biliriz.
İşte o Nazilerin bir Propaganda Bakanı vardı, bugünkü karşılığı da “ajans” yani
birleştirirsek “propaganda ajansı.” İşte bu ajansın başında bulunan Goebbels’i
de aynı Hitler gibi tanırız, biliriz.
Son günlerde sosyal medyada daha da sık bir şekilde karşımıza çıkmaya başladı
ve solcular da çok iyi tanırlar bu Goebbels’i ama pek böyle dillendirmezler
yani tanımamazlıktan gelirler. Yalanlar üzerine bir dünya kuran ve kurduğu bu
yalan dünyanın da üstüne bir politika oturtan bu Goebbels’i tanımayanların da
çok iyi tanıması lazım. Adamın öyle yalanları, öyle taktikleri vardı ki akla
ziyan… Onun için bu adamın yalanları ve taktikleri üzerine böyle özel bir
video hazırlayacağım. Dediğim gibi insanlar yeryüzünün en tehlikeli algı
elemanı olan bu Goebbels’i mutlaka tanımalı. Daha doğrusu bu adamın
taktiklerini herkes bilmeli ki -hem de böyle detaylı bir şekilde- bugün algı
üzerinden aklımızla oynamaya çalışan tiplere meze olmayalım, uyanık olalım yani
ve propaganda ajanslarının attığı o sinsi adımların etkisi altında kalanları da
en azından uyaralım.
Bu Goebbels’in yani propaganda ajansının yönlendirmesiyle açıklamalar yapan,
adımlar atan Hitler şöyle bir söz söylüyor: Eğer bir yalanı yeterince uzun ve
yeterince sık söylerseniz insanlar inanır. İnsanları bir yalana inandırmanın
sırrı da yalanı sürekli tekrar etmek. Sadece tekrar, tekrar, tekrar, tekrar
söyleyin.
128 milyar nerede? 128 milyar nerede? Hani 128 milyar nerede?
Millet aç, millet aç, millet aç.
Devamlı tekrar, tekrar…
Şu anda birileri bu nasihatleri satın almış gibi gözüküyor. İstedikleri algıyı oluşturmak için bütün onurunu, bütün gururunu, bütün adamlığını bir kenara koyup, daha doğrusu özellikle de utanma duygusunu çıkarıp atan ve yalanlara sarılan, yalanların üzerinden böyle bir algı çalışması yapmaya, bir kazanç elde etmeye çalışanlar var. Biliyorsunuz değil mi?
Yalan söyle, yalanın ortaya çıkınca sakın kabul etme. Sakın! Yeni veya yine
yalan söyle, yalanını tekrar et, böyle kalabalıklarla gürültü çıkar ve yalanı
tekrar et. Nasıl olsa insanlar bir zaman sonra yalan söyleyenin kim olduğunu, o
yalanın söylendiği zamanı unutacaklardır ve bir zaman sonra o yalanı, kendi
fikriymiş gibi sağda solda konuşacaklardır. Taktik bu…Yalan söyle, tekrar et,
yakalanınca kabul etme, başka bir yalan söyle. Önemli olan “algıyı”
oturtturmak.
Dedim ya algı çok önemli ve etkili bir silah ve bu silahı kullanmak da öyle
kolay değil, iyi bir algının oluşturulması baya bir zordur ama zorlukla
birlikte aynı oranda da tehlikelidir, böyle keskin nişancı tüfeği gibidir.
Direkt hedefine saplanır. Onun için bu silaha ve bu silahı tutan ele dikkat
etmek gerek.
Dünyaca ünlü bir komedyen vardı Bop Hop diye, Amerikalı. Böyle uzun uzun
hikâyeler anlatırmış, Brodway tiyatrosunda da gösteriler yaparmış. Gösterisine
de Amerika’nın böyle tanınmış simaları, zenginler, ünlüler katılırmış. Bu Bop
Hop, Amerikan ordusu adına böyle turnelere çıkarmış ve Amerikalıların özellikle
de Amerikan ordusunun itibarı için ve Amerikan askerlerinin de morali için algı
çalışması yaparmış. Propaganda yaparmış yani aynı propaganda ajansı gibi.
Onun bir tarifi var. Propaganda için diyor ki, “Propaganda öyle bir sanattır
ki, insan başkasının ayağına basarken kendisi ‘ah’ der.”
Yani bu ülkenin gençleri, 1 seneden daha fazladır üniversite sınavına hazırlanan öğrenciler tam sınava girecekken onların psikolojileri ile oynayacaksın, onların konsantrelerini bozacaksın ve ertesi günü birileri yalanını yüzüne vurunca da utanmadan, sıkılmadan böyle zeytinyağı gibi üste çıkıp işte “Üstüme trollerle saldırıyorlar, hepinizle başa çıkacağım, göreceksiniz.” açıklamasıyla “ah” diye bağıracaksın. Birileri dersine iyi çalışmış gibi duruyor değil mi? Şimdi bu solcular çok kitap okurmuş diye söylenir hep. Hani böyle filmler, belgeseller izlermişler diye böyle de bir temayül var toplumda yani bir algı var. Meğer bu solcular, hep bunları, hep bu şark kurnazlıklarını okuyup izlemişler. Çünkü hepsi de aynı taktikle aynı yoldan ilerliyor.
Yahu bu ülkedeki belli bir zümre her şeyi okudu da bir tek Kur’an-ı Kerimi okumadı.
Yasin Aktay’ın bir röportajında görmüştüm ve tespitine de hayran kalmıştım.
Demişti ki Yasin Aktay: “Bütün kitaplar
bir tek kitabın daha iyi anlaşılması içindir.” İşte o tek kitabı okumadılar,
anlamadılar da. Bazıları diyor ya, işte “Ben Kur’an-ı da okudum, mealini falan
da okudum…” Eee? Yok yok, eee? Kur’an hikâye kitabı değil ki böyle baştan
sona okuyasın, bitirince de kaldırıp kenara koyasın.
Kur’an bir kullanım kılavuzu. Bedenini, ömrünü, gönlünü, ruhunu, aklını nasıl
kullanacaksın onu öğretir, onu gösterir Kur’an. Sen de o kitabın içinde
yazanlar doğrultusunda yürürsün. Tabii inanıyorsan yani iman etmişsen.
Mesela benim hiçbir zaman inanmadığım, ne yazıyor diye merak ettiğim kitaplar
olmuştur. Mesela Marks’ın kitapları; işte Felsefenin Temel Taşları, Komünist
Manifestosu gibi, işte Das Kapital gibi kitaplarının hepsini okumuşumdur.
Mealinden tabii. :)) Sonra da kaldırdım kenara koydum. Okumuştum evet yani
meraktan, ne yazıyor, ne anlatıyor diye ama inanmadım, iman etmedim Marks’ın söylediklerine.
Uygulamadım da o kitapta yazılanları, savunmuyorum da, okudum sadece. Onun için
Kur’an-ı okuyup kenara koymayız, koyamayız da. Dur bir bakayım ne yazmış burada
Yaradan denecek bir kitap değil Kur’an.
Neyse biz dönelim yine bizim mevzuya. Bu şark kurnazlığına bugün de aynı şekil
devam ediyorlar. Alman Propaganda Bakanı‘nın yerini bugün “ajanslar” almış.
Yapılan hizmetleri, atılan adımları, işte millete vaat edilen projeleri falan
tanıtmıyor bu ajanslar. Normalde ajans dediğin; işte bir parti, bir başkan, bir
belediye, bir bakanlık, bir kurum, bir kuruluş eğer bir gün bir hizmet yaparsa,
bir iş yaparsa veyahut da bir projeyi hayata geçirirse ajans bunu alır ve
vatandaşa, seçmenlere böyle reklamlarla, bilboardlarla, filmlerle anlatır veya
vatandaşın oyunu almak için bir vaatte bulunulmuşsa, bir hizmet projesi
geliştirilmişse onu anlatır, onun reklamını yapar ama bugün ajanslar böyle
başka başka işler yapıyorlar. Anlaştıkları siyasiler, kiminle konuşacak, sosyal
medyalarına ne yazacak, kiminle nereye gidecek, kiminle yan yana duracak, kim
hangi tweeti atacak, kim vatandaşa nasıl cevap verecek, bir yerde hata
yaparlarsa veyahut da yanlış yaparlarsa orada nasıl kıvıracaklar onu ayarlıyor,
onu dizayn ediyor ajans yani ajans çalışmalarıyla milletin aklını alıyorlar ama
bazı politikacılar da vardır ki, onların böyle profesyonel ajansı olmayınca,
Avrupai çalışmalar yapamıyorlar tabii. Böyle Erzurumlu Teyyo Emmi’nin ayarında
yani normal böyle anam babam usulü bir yöntem kullanıyorlar. Kara düzen yalan
söylüyorlar yani; profesyonel değiller, acemice ve ucuz yalanlar.
İşte bu aciz, ajans fakiri politikacılardan biri Selçuk Özdağ. Bunun bir
videosunu izledim geçen gün. Bu Selçuk Özdağ, Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu kin
ve intikam duygusuyla hareket eden Gelecek Partisi’nin içinde, böyle sinsice
FETÖ aklaması yapmaya çalışan çok ilginç bir adam. Bunu da anlatacağım başka
bir video da. Siyasette ihanet nasıl olur konusunun aktör ismi olabilecek bir
kişidir bu Selçuk Özdağ.
Bu Selçuk Özdağ’ın Halk TV’de yaptığı bir konuşmayı, böyle 1,5-2 dakika süren
bir videosunu izledim. Diyor ki videoda, “Mersin-Silifke hattını Konya-Ankara
hızlı tren hattı ile birleştireceğiz demiştiniz.” Yani diyor ki Mersin-Silifke
arasına bir can suyu verilecekti yani o Akdeniz sahilindeki bir aks, Ankara ile
buluşturulacaktı, hem de hızlı trenle. Ne oldu o hat işi diye hesap soruyor ve
verdiğiniz sözü tutmadınız diyor.
Peki kime söylüyor bunu? He? Kendisini adam yerine koyup Manisa’dan onu Meclise sokan adama yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve onun yönetimine söylüyor. Sonra da ekliyor, “İşte o Mersin-Silifke bağlantısı için baktım araştırdım, oralarda herhangi bir hızlı tren çalışması falan yok.” diyor, “Yok!” yani Halk TV’yi izleyen o biçare seyircilerin gözlerinin içine baka baka yalan söylüyor ve bunu ne zaman diyor biliyor musunuz? Bu yalanı 26 Haziran‘da söylüyor.
Yok diyor, millete verdiğiniz sözü tutmadınız diyor, orada öyle bir hat
çalışması falan yok, öyle bir adım yok orada diyor. Aklı sıra muhalefet ediyor
yani hesap soruyor ama hiç utanmadan, yüzü kızarmadan, canlı yayında yalan
söylüyor bu adam. Yalan söylüyor.
Meselenin aslı şu:
Ulaştırma Bakanlığı 1 Mayıs 2021 tarihinde yani bu zat-ı muhteremin bu
açıklamayı yaptığı tarihten yaklaşık 1,5 ay önce Ankara-Konya-Karaman-Niğde
Ulukışla ve oradan da Mersin-Silifke hattının geçtiği Yenice’ye devam ediliyor
dedi ve kontroller tamamlanıp Karaman’a kadar gidildi. Bağlantı çalışmaları da
gece gündüz devam ediyor diye açıklama yaptı bakanlık yani dostlar orada öyle
bir hızlı tren hattı var ve bu Selçuk Özdağ da yalan söylüyor. Şimdi ne olacak
peki? He? Yalan söylediği çıktı ortaya. Ne olacak? Hiçbir şey olmayacak. Normal
hayatlarına devam ediyorlar, çünkü bunların yalanlarını yüzlerine vurdukça
utanmazlar ki. Yeni bir yalan bulurlar ve onu söylerler veya aynı yalanlarını
devamlı tekrar ederler.
Gerçi bu Selçuk Özdağ’ın yalanı böyle hafif bir yalan yani bunun söylediği
yalan devede kulak. Öyle yalan söyleyenler var ki adam depremzede ziyareti
esnasında Kızılay çadırının önünden poz verip, Kızılay neden burada yok diyor… Çünkü bu büyük yalanı söyleyen
tipler propaganda ajansları ile çalışıyorlar ve bu tipler öyle yalanlar
söylüyorlar ki, Goebbels mezarında ters dönüyordur. Bu Selçuk Özdağ gibiler
fakir, amatör yani, ajans fakiri bunlar ve bunların yalanı da ucuz ve çapsız.
Anca Halk TV’nin kitlesi yer bunun söylediği yalanları.
Oysa ajans öyle mi? Hem yalanı söyletiyor hem de çakallık öğretiyor bazılarına.
Gerçeği örtbas etmek için, böyle türlü karakterlere bürünmeyi de öğretiyor bu
ajanslar. Söyledikleri yalanı, daha doğrusu oluşturmak istedikleri algının
gerçekteki niyetini perdelemek için böyle haktan, hukuktan, adaletten dem
vurmayı öğretiyor. Bu ajans aradan camiye sokar adamı, böyle oturtur Yasin
okutur, tutmadıkları orucun iftarını açtırır ve dün hayatı zindan ettikleri o
başörtülü kızları da konu mankeni hesabı bunların yanına diker sonra da bir
şampanyanın tirbuşonunu açmaya 5-6 bin lira verenleri bağdaş kurdurup halkın
sofrasına oturtmaya çalışır bu ajans. Tabii çoğu zaman da -hani derler ya
alışmamışa don durmaz diye- diz kırıp oturamazlar o sofraya ve bu tiplerin en
çok yaptığı şey nedir biliyor musunuz? Hep eşitlikten bahsederler; eşit
kazanmak, eşit bölüşmek, eşit yaşamak ama dikkat edin bu eşitlik hep fakirlikte
eşitliktir yani sana bana konuşurlar eşit olun diye, devamlı fakir edebiyatı,
açlık edebiyatı yaparlar ama zekat kavramını hiç dikkate almazlar.
Mesela sazcılar, böyle klarnetçiler yani müzisyenler aç diye paylaşım yaparlar, böyle ajitasyonla bürünmüş paylaşımlar yaparlar ama yıllardır her sanatçıdan belli oranda bir kesinti alan MESAM dedikleri yani o müzisyenlerin sendikası, müzisyenlerin birliği ortalıkta gözükmez. Ona bir şey demezler yani sanatçıların çatısı olan bu kuruluş, küçük bir organizasyon yapıp da sıkıntıya düşen sanatçılar için bir fon oluşturmaz, öyle bir niyetleri de olmaz. Yani şöyle bir şey düşünüyorum:
Sanatçıların çatısı olan bu kuruluş küçük bir organizasyon yapıp sıkıntıya düşen sanatçılar için bir fon oluşturabilirdi mesela. Öyle değil mi? Böyle ciddi anlamda hatırı sayılır bir servete sahip olan sanatçılar, yapımcılar o fona üç beş kuruş da olsa katkıda bulunsaydı. Mesela Bülent Ersoy bir iki tane mücevherini bağışlasaydı veya kürkünü, Sezen Aksu, Gülben Ergen, işte Orhan Gencebay, Seda Sayan biraz katkı sağlasalardı o kampanyaya veya bir iki tane sanatçı bir iki tane dairesini bağışlasaydı o organizasyona, değil mi? Yıllarca o sanatçıların arkasında çalan, onlara eserler veren, onların eserlerinin işte bestesini, güftesini yapan o sazcılara, o emekçilere, o müzisyenlere üç beş kuruş dağıtsaydı MESAM, böyle bir organizasyon yapsalardı iyi olmaz mıydı he veya daha küçük çapta müzik yapanlara o dev isimler kol kanat gerseydi, abilik ablalık yapsaydı olmaz mıydı? Filmcilerde aynısını yapsaydı. Çuvalla para kazanmış başrol oyuncuları var, yönetmenler var, yapımcılar var. Ver baba ya, setlerde çalışan o emekçiler aylardır evde kaldılar, çalışmadılar. Üç beş kuruş katkı sağlasan, onları korusan olmaz mıydı he? Neyine dokunur ki? Hani derler ya mezara mı götüreceksin diye. Bir destek organizasyonu yapsaydın ya ama yooook, ne alaka ya? Yok, olur mu? Twitter’dan bir paylaşım yapmak en kolayı değil mi? “Millet aç aç.” yaz. Hem üstünden sorumluluğu at hem de muhalif görünüp belli bir kesimin alkışını al değil mi? Bak ne güzel hükûmete çakıyor diye.
İşte bu tipleri de istediği gibi kullanıyor bu ajans. Şu tweeti at, şunu yaz,
bunu söyle. Ajans böyle bir şeyi dediği zaman gecenin bir vakti dikilirler
ayağa. Ardından bir yalan sürer ortaya bu ajans ve milletin destekleriyle, milletin
alkışlarıyla, milletin gösterdiği teveccühle bir yerlere gelen bu sanatçılar da
bu millete operasyon çekmek için o ajansın yalanını alırlar yayarlar değil mi?
İşte bu sanatçılar da bir yalanın içerisinde savrulup giderler ve bir gün de
ölüp giderler, kimse de ruhlarına bir Fatiha okumaz, bu millet mezarlarını da
bilmez bu tiplerin, e ajansta gelip uğramaz ki mezarlarına. Değil mi?
Ezcümle dostlar; ajansın kontrolündeki bu siyasetçiler, bu belediye başkanları,
bu sanatçılar, o Ahmet Kaya’nın tarifiyle bu çok bilmiş entel magandalar her
şeyi bildiklerini, her şeyi gördüklerini, her şeyi anladıklarını iddia ederler
ve bu milleti de cahil görürler, cühela görürler, böyle koyun derler bu
millete. Öyle ya, öyle de görmeye devam etsinler ama bu millet hiçbir şey
bilmese de şunu adı gibi bilir ve zamanını bekler, “Her gerçeğin bir gün, gün
yüzüne çıkmak gibi bir özelliği vardır.” ve bunun yanında da yalancılarla
alakalı Hazreti Peygamber’in şu nasihatini de kulağına küpe yapar bu millet:
“Kul, yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra da bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur ve sonunda da Allah nezdinde ‘yalancılar’ arasına kaydedilir.”
Allah hepimizi yalandan da, bu yalancılardan da ve bu söylenen yalanlara
kanmaktan da muhafaza eylesin, korusun bizleri.
Kalın sağlıcakla.