KORE’DE ESİR OLAN ASKERLERDEN SADECE TÜRKLER DÖNEBİLDİ! AMA NASIL? – 12 Temmuz 2021
Bundan tam 71 yıl önce, kara kışta bir destan yazıldı Güney Kore’de. Bu destanı yazanlar namıdiğer “Kutup Yıldızları” yani Kahraman Türk askerleriydi.
Evet, 1950 yılında başladı bu kanlı harp ve bu harp ne dinlerin ne milletlerin
ne de devletlerin savaşıydı. Bu savaş dünyanın başına bela olan komünizmin ve
kapitalizmin savaşıydı.
Güney Kore’nin yanında Amerika ve Avrupa, Kuzey Kore’nin yanında da Rusya ve
Çin vardı. Devlerin kavgasıydı bu yani ve çimenler de ezilmeye mahkûmdu.
1950 yılında Türkiye, TBMM onayı olmadan Kore Savaşı’na asker göndermeye karar
verdi. Çünkü dönemin demokrat parti hükûmeti Sovyetler Birliği yani Rusya’nın
tehdidine karşı NATO’ya katılma düşüncesindeydi ve bunun içinde önümüze Kore
Savaşı’na asker gönderme şartı geldi. Bu durum zamanın muhalefetini biraz
çileden çıkarmış olsa da olan biteni kabul etmesi çok uzun sürmedi muhalefetin.
Aslında muhalefette Amerika’nın ve Avrupa’nın yanında durulması gerektiğini
savunuyordu, ancak bu asker gönderme için, “Niçin Meclisten onay alınmadı?”
detayına takılmışlardı. Sonrasında NATO şartı ve Amerika’nın devam eden
Marshall yardımları nedeniyle sert tartışmalardan uzak durdu herkes.
Türkiye; Güney Kore’nin müttefiği olan işte Amerika, İngiltere, Kanada gibi
devletlerin yanında yer aldı. Ara ara yapılan askerî takviyeler ve asker
değiştirme programlarıyla, toplam da 4 tugay başta olmak üzere 21 bin 212
askerle dibi başı belli olmayan bir sürecin içerisine girdi Türkiye.
Türk askerleri yani ana kuzuları ve subaylar, Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasında,
Hatay’ın İskenderun Limanı’ndan yola çıktılar ve Kore’ye ulaştıklarında da kısa
bir süre cephe gerisindeki komünist gerillalarla mücadele ettikten sonra BM
ordusuna katıldı.
Türkiye’nin birçok yerinden sefer vardı Kore’ye. Öyle ya, ülkemiz bir savaşa
girmişse, sorgusuz sualsiz ölümün üzerine yürünecekti yani devlet gel diyorsa
koşup gitmek töremizde vardı bizim ve koştuk, haritada dahi yerini doğru düzgün
bilmediğimiz bir memlekete doğru, Kore’ye.
1950 yılında yabancı
gazeteler şöyle manşet atmıştı:
“TÜRKLER DÜĞÜNE GİDER GİBİ SAVAŞA GİDİYORLAR.”
Evet, o günler de adeta bir şenlik havası vardı ülkede. Çocukluğumuzdan
itibaren öyle öğretmişlerdi ya bize, vatan için savaşınca ölürsek şehit,
kalırsak gazi olacağız diye. Peki mekan fark eder mi? Yok. Neresi olursa olsun,
abdestler alınacak, Allah Allah nidaları böyle nefeslere ortak edilecekti ve o
süreçte şarkılara, destanlara, türkülere konu olacak hikâyeler yazıldı Kore’de
hatta onlardan bir tanesinin “Ayla” diye de bir sinema filmi yapılmıştı. Böyle
izleyenlerin gözyaşına boğulduğu ve bir Türk askerin sahip çıktığı küçük bir
kızın hikâyesi… İşte Ayla gibi onlarca hikâyelerden biri.
Samsun’dan gönüllü olarak seçilen 2. tugay 2. kafilede er olarak görev yapan
Bayram Çelik’in hikâyesi. Bayram Çelik, bu çetin savaşa gazi olacağından
habersiz bir şekilde, Samsun’dan İskenderun’ a gitmek üzere tren istasyonuna
gelir. İstasyonu bir görür ki; böyle sancaklar, bayraklar ve çiçeklerle
süslenmiştir. Kendilerini yolcu etmek üzere de Vali Bey’in, Samsun halkının ve
bütün köylülerinin geldiğini görünce de acayip* duygulanır. Bir yandan da böyle
içten içe gururlanır. Öyle kalabalıktır ki o ortam trene binmekte hayli
zorlanır askerlerimiz. Binince de trenin içerisinde zorla adım atarlar. Çünkü
envaiçeşit yiyeceklerin doldurulduğu koridorlardan geçip oturmak baya zor bir
iş. Kore’ye gidecek ana kuzuları herkesle vedalaşıp helalleşir ve yola
çıkarlar. Yolculuk uzun sürecektir. 5 gün tren, daha sonrasında gemiye
bindikten sonra da tam 25 gününü kara yüzü görmeden toplamda 30 gün
geçireceklerdir bu yolculukta ve yolculuk biter. Nihayet gemi Kore Pusan
Limanı’na varır. Türk askerleri cepheye ulaştıklarında da hemen silahlanır ve
mevzilerini alırlar. 700 mermi atan A4 silahını eline çoktan almıştır bu
Samsunlu Bayram Çelik. Kore’ de 14 ay boyunca, dalgalı kırık kalpler vadisi
diye bir yer var, orada konuşlanılmış, çoğu zaman da düşmanın taarruz etmesiyle
48 saat boyunca yani 2 gün hiç durmaksızın savaşmış bizim askerler. Bir Türk
askerine 3 Çinli asker düşmektedir. Öldür öldür bitmiyorlar ve adeta böyle kum
gibi kaynayan Çinlilere karşı işte 10 metre, 15 metre, 30 metre mesafeden mevzi
alınıyor ve bu yakın mesafeden dolayı da havan mermileri bizim askerlerimizin
tam arkasına düşüyordu. 3 arkadaşı ile yan yana mevzi alan bu Bayram Çelik o
zorlu anlarını bir televizyon kanalına verdiği röportajda şöyle anlatmıştı:
“3 arkadaştık.” diyor, 2’si paramparça oldu, ben de yaralanmıştım. Çin
askerleri şehitleri dahi süngülüyordu. Yaralı olduğumdan ellerine düşmemek için
şehitler arasına uzandım ve üzerime de bir şehidin cesedini çektim. Çin
askerleri uzaklaşınca da dizlerimin üzerinde çokça mesafe kat ederek
arkadaşlarımın yanına ulaştım.” diuyor ve sonrasında bir süre tedavi gördükten
sonra bu Gazimiz daha sonra yine savaşmak için cepheye dönecek ve kahramanca
çarpışacaktır. Geride durmak yerine cephede cenk etmenin önemini bilen bu
yiğide “Dur, gitme!” diyemezdi kimse. Onlar da zaten durmadılar ve gittiler.
Çünkü oradaki Türk askerleri, ülkelerini temsil ediyordu, Mehmetçik’in onurunu
ve şerefini yere düşüremezdiler, düşürmediler de.
Kuzey Kore’nin yanında savaşan Çin askerleri böyle dallarda bir fare gibi
geziyorlardı ve her fırsatta da Türk askerlerine ateş ediyorlardı. 3,4 ay su
yüzü görmedikleri oluyordu bizim askerlerimizin, yıkanamıyorlar, çamur
içerisinde kalsalar da geri durmak yoktu onlar için.
Bu savaşın olduğu
yıllar da Kuzey Kore halkı böyle sefalet içinde olduğundan Türk askerleri
yiyeceklerini oradaki çocuklarla paylaşıyordu ve merhametiyle de gönülleri
fethediyordu o bizim fedakâr Mehmetçiklerimiz.
Bir defasında botunu çıkarmak istemiş bu Gazi Bayram fakat ne mümkün! Bot adeta
ayağına kaynamıştı. Çorabıyla birlikte derisi de soyulmuştu çıkarmak isterken.
Etrafta ne oluyor ne bitiyor diye böyle denetim için mevzilerden çıkan Türk
askerlerine top mermileri isabet ediyordu ve uzuvları bedenlerinden
ayrılıyordu. Hatta öyle ki bacakları kesik ayakkabılar içerisinde kalmıştı.
Arı gibi vızıldayan Çin askerleriyle 5 ay boyunca yer altında mevzilenerek
savaşılmış, ellerinde silahlar, kalplerinde iman ve dillerinde de “ALLAH ALLAH”
nidalarıyla inlemişti Kore dağları.
Daha önce böyle bir duruma hiç şahit olmayan düşman safları Türklerin gücünden
endişe etmeye başlamıştı. Öyle ki 5 bin BM askerini esir aldı Çin ordusu ve bu
esir alınanların arasında da 244 Türk askeri vardı ve o esaret altında bile bir
kahramanlık göstermiş, bir tarih yazmıştı Türkler.
Bayram Çelik, Halil Kanar, Rıza Çörtlek, Hüseyin Demir, Hüseyin Yıldırım; Kore
Savaşı’nı bizzat yaşayıp günümüze kadar aktaran o kahraman gazilerimizden
sadece birkaç tanesi!
Evet, Mehmetçiklerimiz hakkında manşet manşet haberler yapılmıştı o dönem de ve
o yapılan haberlerde önemli bir ayrıntının da altı çizilmişti. Denilmişti ki o
haberlerde:
“ESİR DÜŞEN ASKERLERDEN SADECE TÜRKLER EKSİKSİZ OLARAK DÖNDÜ.”
Buraya dikkat, “Sadece Türkler eksiksiz olarak döndü.” Peki nasıl oldu bu yani
binlerce asker öldürülürken, işkence görürken, ağır işlerde çalıştırılıp
kırılırken Türk askerleri nasıl oldu da dağılmadan, bozulmadan, sağ salim bir
şekilde geri dönebildiler?
Nedeni daha sonra anlaşıldı bu durumun. Çünkü onlar yani Türk esirleri
birbirine sahip çıkmışlardı ve emir – komuta zincirini esaretteyken bile
muhafaza etmişlerdi.
Bakınız dostlar; esir alınan 5 bin asker esir kamplarına götürüldüklerinde
üzerindeki üniforma ve rozetler çıkarılarak böyle tek tip kıyafet
giydirilmişti. Bunu yapmalarındaki sebep de, aralarındaki düzeni bozmak ve
dağınıklık oluşturma çabasıydı. Kısmen de başarılı olmuşlardı fakat yalnızca
Türklere söz geçirememişlerdi. Bir gün Türk askerlerinden en üst rütbede olan
yüzbaşıyı böyle sacdan, içi buz duvarlarla örülü bir barakaya hapsettiler.
Düşünceleri de şuydu: biz Türklerin başlarını hapsedersek onlar da başsız kalır
ve dağılırlar, bize itaat ederler. Bu şekilde düşünerek aslında büyük bir
yanılgıya düşmüşlerdi. Çünkü yüzbaşı hapisteyken o sorgu esnasında Çin
askerlerine şu çok manidar sözleri söylemişti:
“Beni hapse attınız, zannediyorsunuz ki birliğimiz dağılacak. Hayır,
yanılıyorsunuz! Ben yoksam benim bir alt
mevkidaşım teğmen görevi devralır, onu alırsanız bir altı astsubay görevi
devralır, onu da alırsanız çavuş orduyu komuta eder; ta ki 2 er kalıncaya kadar
bu böyle devam eder. Erlerden biri de diğerinin emrine geçer. Onun için boşa
hiç uğraşmayın.”
Hani derler ya; iki Yahudi bir araya gelince bir şirket kurar, iki Türk de bir
araya gelirse devlet kurar diye, işte o hesap.
Aynen de dediği gibi olur. Yüzbaşı aralarında yoktur artık ve o sabah yine
içtimaya kalkar bizim askerlerimiz. Görevi Teğmen devralmıştır. Asker tam bir
disiplinle ona itaat etmektedir. Bu durumu gören Çinliler başka bir planı
devreye sokmak isterler ve yüzbaşıyı serbest bırakırlar. Düşünceleri olağanüstü
bir şekilde böyle “Hoşgörü Politikası” uygulamaya koyulurlar. Maksat iyimser
yaklaşarak komünizmi benimsetme çabasıdır, bir nevi beyin yıkama taktiği yani
ve bu yalancı tutum yine bazı BM askerlerinin saf değiştirmesine sebep olur ama
Türk askerleri ferasetiyle, iyiliğin içindeki kötülüğü sezmiştir ve o plan da
çöpe atılır. Bu planları da tutmayan Çinliler başka bir yol denemek için
kolları sıvarlar, askerlerin beyinlerine uyuşturucu iğne ile hükmetmek
isterler.
Çok şükür ki askerlerimizin ne kalplerine ne de beyinlerine girecek bir yol
bulamamış olmaları, esaretin kahramanlığa dönüşmesinde büyük öneme sahiptir.
Çünkü Mehmetçiğimizin birlik ve beraberliği; ne üzerilerinde taşıdıkları
rütbeyle ne de üniformayla alakalıdır. Bilakis Türk halkının; gelenek, görenek
ve aile terbiyesinden kaynaklanan bir disiplinden ileri gelir bu durum ve bu dünyada
eşi benzeri görülmemiş bir disiplin metodu üniformanın çıkmasıyla ya da
rütbelerin sökülmesiyle de değişmez. Mehmetçiğimiz düşmana ne devlet sırrını
verir ne de teslim olur. Böyledir bizim askerimiz.
3 yıl süren bu kanlı harpte artık yavaş yavaş sona gelinmektedir. Amerika’nın
Çin ordusu karşısında duracak gücü kalmamış ve geri çekilmiştir. Cephede sadece
Türk askeri var ve Kunuri dedikleri Güney Kore’nin merkezine yakın noktada
Türklerin zaferi yazılacaktır. Kunuri’de üstün bir başarı elde ettikten sonra
sıra Rusan’a gelmiştir yani nerede eksiklik var, nerede sıkıntı var Türk askeri
oraya gidiyor. Şehitlerimizin %60’nı da bu bölgede kaybettik yani Rusan’da ama
ne kayıp verirse versin hiçbir şekilde demoralize olmadan ilerlemeye devam
etmiş o kahraman Mehmetçiğimiz. Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği o üstün gayret
ve başarısının aynısını Seul’de de gösterir ve Seul’ü Çinlilerden arındırarak
Güney Kore’nin özgürlük mücadelesinde bayrağı ilk diken öncü birlik olmuştur.
Evet, bu savaştan sonra Kore halkı,Türk halkını “kan kardeşi” olarak
nitelendirir. Çünkü Türk askerleri cenk meydanında en önde mücadele ederken
insanlık ve vicdan saflarında da geri durmamıştır. Onun için hem Kuzey hem de
Güney Kore tarafından kan kardeşi ilan edilmiştir bizim ülkemiz. Bu süreç
esnasında savaşta şehit düşen askerlerimiz için ve oradaki ailelerin öksüz ve
yetim kalmış çocukları için bir okul inşa eder bizim askerlerimiz orada. Adına
da “Ankara Okulu” denir. Savaşın içinde yani en güç koşullarda savaşan tek
birliğin Türk askerleri olması ve buna rağmen de üstün gayret ve
merhametleriyle unutulmaz bir kahramanlık destanı yazdırmış ve Kore’nin “Kutup
Yıldızı” unvanını almalarına vesile olmuştur bu durum.
Bu savaş esnasında yani 1952’de Türkiye artık NATO üyesi
ülkeler arasında yerini almıştır. Hem askeri hem de siyasi bir yönden büyük bir
başarının altına imzasını haklı gururla atmıştır Mehmetçik.
Öyle ki Güney Kore’nin Kurmay Albayı Park şöyle demişti: “O zaman ki yardım
olmasaydı şimdi ki Güney Kore olmazdı. Halkımız, Türk halkına her zaman
müteşekkirdir.” ifadeleriyle milletimize ve askerlerimize böyle övgüde
bulunmuştur ve Güney Kore ile kan kardeşliğimiz 50 yıldır artarak devam ediyor.
Güney Korelilerin bu millete duyduğu saygıyı ve muhabbeti en son 2000’li
yılların başındaki dünya kupasında -o zaman Güney Kore’de düzenlenmişti Dünya
Kupası- işte o kupa esnasında Korelilerin sevgisini görmüştük ve mutlu da
olmuştuk. Türkiye’nin maçının olduğu esnada bütün tribünler tıklım tıklım
dolmuştu ve tribündeki Korelilerin elinde de Türk bayrakları vardı.
Hani Malcolm X’in dediği gibi:
“ZULÜM KISMAK İSTEDİĞİ SESİ NÂRA YAPAR VE BAZI ÖLÜLER VARDIR Kİ YAŞAYANLARDAN
DAHA YÜKSEK SESLE KONUŞURLAR.”
Ecdadımızın tarih boyunca yazdığı zaferler şimdiki hedeflerimizin heybetini
artırmakta yani seferlerin zaferi getiren başarısıyla da millet olarak hep
şerefyap olmaktayız. Bu onurlu zaferin şahitlerinden biri Ağrılı, Palandöken
köyünden imam ve aynı zamanda da halk şairi olan Hamit Yalçın’ın şu veciz
mısralarıyla toparlayalım sözlerimizi:
Kore’de olan ahvâli dinle,
Kerbele vakası oldu Kore’de.
Oku destanını tamamen anla,
Dereler kan ile doldu Kore’de
General Tahsin mertlerin merdi
Celal Dora sancağı beline sardı,
Ahmet Tuncay aslan gibi ateşe girdi
Gevura velvele saldı Kore’ de
Naci Gökçe Türk’ün bayrağı açtı
Çemberi yararak hücuma geçti
Hakkın emriyle o şehit düştü
Naci Gökçe şehit oldu Kore’de
Ateş kütlesidir Türk’ün subayı
Az kuvvetle sardı dağı, ovayı
Her zaman zikreder ismi-i Huda’yı
Türkler madalyalar aldı Kore’de.
Evet, Kore Savaşı’nda Türkiye toplam 721 şehit verdi, 2147 askerimiz de o
savaşta yaralandı, gazi oldu, 175 askerimizse kayboldu, bir daha da haber
alınamadı.
Halen daha ülkemizde, “Kore Savaşı’na Türkiye niye dahil oldu, o savaşın
bizimle ne alakası vardı veyahut da niçin Amerikalıların yanında yer aldık?”
gibi sorular sorulmaya ve tartışılmaya devam ediyor. Bize göre bu soruları
soranların da, bu sorulara cevap verenlerinde haklılık payları var ama biz bu
konuyu araştırırken bizde oluşan kanaat şuydu:
Türk milleti şu an üzerinde yaşadığı bütün toprakların bedelini yani bu
topraklarda tehlike olmaksızın yaşayabilmenin faturasını hem Trablusgarp’ta hem
Yemen’de hem Çanakkale’de hem Sakarya’da hem de Güney Kore’de misliyle ödedi.
En sonda 15 Temmuz’da ödedik o bedeli ve şunu da gördük ki savaşlar sadece
topraklar için, sınırlar için değil; şeref için, onur için ve gelecekte
torunlarımızın kuracağı gönül köprüleri için de yapılırmış. Onu gördük biz.
Son olarak; bu ülke için, bu ülkenin huzuru için, bu ülkenin şerefi için hem
içeride hem de dışarıda mücadele eden, toprağa düşen bütün şehitlerimizi, bütün
gazilerimizi ve özellikle de Kore Savaşı’nda şehit düşen tüm Mehmetçiklerimizi
rahmetle ve dualarla anıyoruz. Hepsine minnettarız. Gazilerimizi de
müteşekkiriz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.
Kalın sağlıcakla.