TARİHİN EN BÜYÜK YANGINININ SEBEBİ – 10 Temmuz 2021
Bu sene yaz hem biraz zor hem biraz da geç geldi. Haziranın 20’sine kadar falan böyle yaz sıcağını tam manasıyla hissedemedik. Ne zaman böyle ince yazlık bir kıyafet veya tişört giysek gün içerisinde yağmura yakalandık ve üşüdük de. Tabii açtık yine şemsiyeleri, böyle çektik üzerimize ısıtacak kıyafetleri. He bu durumdan şikâyetçi falan da değiliz. Asla!Yağmur bizim için sıradan bir hava durumu olayı falan değil, berekettir. Kuraklığın her geçen gün giderek arttığı, yağan yağmur miktarlarının azaldığı bir dönemde bize bu bereketi veren Rabb’imize ancak ve ancak şükrederiz. Elhamdülillah!
Dediğim gibi haziranın sonuna yaklaşırken yaz havası iyiden iyiye kendini
göstermeye başladı. Daha 3-5 gün önce yağmurun etkisiyle böyle serinleyen
havada üşürken, şimdi sıcaktan bunalmaya, oturduğumuz yerde böyle boncuk boncuk
terlemeye başladık. Eskilerin tabiriyle böyle dalımız kızdı, kemiklerimiz
ısındı yani.
Tabii bu sıcaklar insanı bunaltmanın yanı sıra bazı olumsuz doğa olaylarını da
beraberinde getirdi. Özellikle yaz aylarında az yağış alan ve sıcaklığın 40
dereceye, 45 dereceye kadar çıktığı o güney bölgelerimizde irili ufaklı orman
yangınları baş gösterdi.
Bu yangınlar ihmalden, tedbirsizlikten veya böyle doğal sebeplerden de meydana gelebiliyor ama ülkemizde son 10 yılda çıkan yangınlara baktığımızda doğal sebepler yüzde 11 gibi küçük bir orana sahip. Geriye kalan yüzde 89’u ise insan kaynaklı. İnsan kaynaklı derken, insanlar isteyerek veya bilerek yakıyor anlamında da değil. Ağırlıklı olarak insanların dikkatsizliğinden, tedbirsizliğinden çıkıyor bu yangınlar. İşte adam pikniğe gidiyor, yakmaması gereken bir yerde bir ateş yakıyor, alevler rüzgârın etkisiyle böyle ağaçlara sıçrıyor veya içtiği sigaranın izmaritini yere atıyor, otlar tutuşuyor, yangın başlıyor veya ormana atılan bir cam şişenin parçası mercek etkisi göstererek güneş ışınlarını yansıtıyor ve dolayısıyla da yangın çıkıyor.
Bunlar gibi çeşitli ihmaller, oksijen kaynağımız olan ormanlarımızın yanmasının, kül olmasının başlıca sebepleri. Son 10 yılda kasıtlı olarak çıkarılan yangınların oranı ise sadece yüzde 6. Bakın bu istatistik önemli. Sadece insanlar için değil, birçok canlı için de yaşam alanı olan ormanlarımızı korumak için büyük bir mücadele veriliyor ama yine de bu yangınların tamamen önüne geçmek mümkün olmuyor maalesef.
Yaptığımız
araştırmada gördük ki, geride bıraktığımız 2020 yılı, orman yangınları
açısından çok talihsiz bir yıl oldu. Çıkan büyüklü küçüklü tam 3.399 yangında
20 bin hektardan fazla yeşil alanımızı alevlere teslim ettik. Bu, son 5 yılın
en kötü istatistiği.
Bu yangınların sayısını ve yanan alanların büyüklüğünü aşağı çekmek için de
yoğun bir mücadele veriliyor. Tarım ve Orman Bakanlığı ve ona bağlı olan orman
birimleri canlarını dahi ortaya koyarak bu mücadelede başı çekiyor ama her
orman yangınında, onların bu özverili çalışmalarına gölge düşürecek olaylara da
maalesef şahitlik ediyoruz.
Televizyondaki haberlerden deniz kıyısındaki bir orman alanında yangın
çıktığını gören biri alıyor eline telefonu, “İşte rant için ormanları
yakıyorlar.” diye yazıyor ve sonra paylaşıyor sosyal medyada. Ne yangının nasıl
çıktığına bakıyor, ne o bölgenin özelliklerini biliyor, ne verilen mücadelenin
farkında, ne de yasadan, kanundan haberi var ama bu bilgisizliğine ve bu
cahilliğine rağmen adeta böyle bir kanaat önderi edasıyla oturduğu yerden
tespitler yapabiliyor. Ardından da buna benzer binlerce mesaj yayılıyor sosyal
medyada. Güya, her yanan alan imara açılacak. Ardından zengin bir iş adamına
satılacak ve oraya da lüks bir otel dikilecek. Oluşturulmak istenen algı bu. Bu
algı oluşturulduktan sonra da sen o
saatten sonra işin doğrusunu anlatsan, hakikati anlatmak için kendini paralasan
ne fayda? İş işten geçmiş…
Hâlbuki biraz araştırma yapsa o yazanlar çizenler; Anayasa’nın 169. maddesine
göre yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilmesinin, yeni fidanlar
dikilmesinin zorunlu olduğunu görecekler. Bakın, Anayasa’da var. Yanan orman
arazileri imara açılamaz hatta bu maddede öyle katı kurallar var ki yanan orman
alanına bırakın bina dikmeyi tarım ve hayvancılık yapılmasına dahi izin
verilmiyor yani “Nasılsa burası orman, yandı burası, bari biz de burada işte
domates, biber yetiştirelim veyahutta da hayvanlarımızı otlatalım.”
diyemiyorsunuz. Yanan yer ormansa yeniden orman olacak. Şart bu.
Yine aynı maddede öyle bir katı kural var ki ben ilk okuduğumda çok şaşırdım.
Diyor ki; ormanı yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen
suçların genel ve özel af kapsamına alınamayacağı yazıyor yani Anayasa’nın 169.
maddesinde yazıyor bu. Ormana verilen değere bakar mısınız? Ben bunu okuyana
kadar af kapsamına alınamayan bir suç olduğunu bilmiyordum orman yakmanın.
Geçmişte işte terör, uyuşturucu, cinayet gibi ağır suçların dahi affedildiğini
gördük ama ormana karşı işlenen suçlar af kapsamına girmiyormuş arkadaşlar. Çok
güzel ve anlamlı bir yasa bence. Çünkü diğer suçlarda bir veya birkaç kişiye
zarar verebilirsin ama bir ormanı yaktığında hem orada yaşayan irili ufaklı
binlerce canlıya hem de o ormanın ürettiği oksijenden faydalanan sayısız insana
zarar veriyorsun hatta o ülkeye ve dünyaya zarar veriyorsun. Dünyanın oksijen
kaynaklarından, ciğerlerinden birini yok ediyorsun çünkü. Açıkçası ben böyle
yorumladım bu maddeyi.
Dedik ya kanundan, yasadan o kadar habersizler ki orman alanlarının turizm,
madencilik ya da benzeri amaçlarla böyle yatırımcılara tahsis edilebilmesi için
yakılmasına gerek olmadığını da bilmiyorlar. Aksine bir ormanın yakılması -hani
mantıklı düşündüğün zaman- bu tahsis işini daha da zorlaştırıyor. Çünkü
Anayasa’da yanan ormanın yerinde yine orman yetiştirilmesi zorunlu kılınıyor
ama mevcut ormanlar gerek görülmesi halinde işte turizm, madencilik ya da
benzeri amaçlarla yatırımcılara böyle belli şartlarda verilebiliyor. He bu
durum da 6831 sayılı Orman Kanunu’nda böyle ayrıntılarıyla düzenlenmiş durumda.
Bir diğer dezenformasyonsa yangın uçaklarıyla alakalı. Turistik bir bölgede orman yangını çıktığını görmeye dursunlar, hemen başlıyorlar. İşte, “Bu yangın uçakları nerede? Uçaklar niye kullanılmıyor? Hani nerede o övündüğünüz yangın uçakları, helikopterleri?” falan diye böyle yaygara koparmaya başlıyorlar yani az önce söylediğim algıya hizmet ediyorlar. Güya ormanın yanmasına göz yumuluyormuş. Dedik ya, bunlar tüm cahilliklerine rağmen oturdukları yerden ahkam kesmeye bayılırlar. Belki yangının çıktığı bölgedeki hava şartları uçakla veya helikopterle müdahale etmeyi mümkün kılmıyor. Olabilir yani belki de yanan arazi bu müdahaleye uygun bir arazi değil veya belki de uçak ve helikopterle belli aralıklarla müdahale ediliyor ama sen denk gelmedin. Nereden biliyorsun? Yangının başladığı andan söndürüldüğü ana kadar anbean takip mi ediyorsun? Yok! Haberlerde maksimum 1-2 dakikalık görüntü görüyorlar, başlıyorlar asmaya kesmeye.
Tabii bu iftiraların altında yatan tek bir sebep var dostlar. Ağaç, orman,
yeşil hassasiyeti… Hepsi bir yere kadar. Asıl sebep iktidar karşıtlığı. Bir
sebep bulsak da bu AK Parti’ye, iktidara saldırsak diye böyle tetikte
bekleyenler hepimize zararı olan orman yangınlarını bile fırsat olarak görüyorlar.
Bu tipler bir de öyle ikiyüzlüler ki PKK’lı teröristlerin çıkardığı orman
yangınlarındaysa sus pus oluyorlar. Ara ki bulasın bunları! Ne bir tepki var,
ne bir isyan, ne bir açıklama ne bir kınama… AK Parti’ye çakamadıktan sonra
ağaçlar yanıyormuş kimin umurunda? Terör örgütü PKK’ya şimdi durduk yere tepki
göstermenin ne anlamı var değil mi?
Peki, “Ormanlar yok olmasın, işte ağaçlar kesilmesin, yeşile dokunmayın.” diye
hassasiyet kasan, özellikle de o ünlü sanatçılar, iş adamları, zengin
siyasetçiler falan nerelerde oturuyor dersiniz? Yok, yok bir düşünün! Nerelerde
oturuyorlar acaba? Çocuklarını hangi özel okullara, üniversitelere yolluyorlar
mesela? İsterseniz hemen bir bakalım.
Sarıyer’de Belgrad Ormanlarının tam göbeğinde, bundan yaklaşık 30 yıl önce,
havuzlu mavuzlu lüks villalardan oluşan bir site yapıldı. Villaların bugünkü
değeri de 30 milyon, 40 milyon civarında. Devasa bir orman katliamı sonrası
yapılan bu lüks evlerde oturanları ben söylemeyeyim. Siz bir araştırın, bakın
karşınıza kimler çıkacak?
2012 yılında Zekeriyaköy’de yapılan ağaç katliamını hatırlarsınız belki. Yok,
yok yok. O zaman daha Gezi olaylarına bir sene falan vardı yani bunların ağaç
hassasiyeti daha tam oluşmamıştı o günlerde. O yüzden öyle ayaklanma falan da
olmadı. Kültür sanat ve sosyal sorumluluk projelerinde adını sık sık duyduğumuz
Türkiye’nin en büyük şirketlerinden Eczacıbaşı’nın imzası vardı bu
Zekeriyaköy’deki katliamda. Hani derler ya paranın dini, imanı olmaz diye.
Adeta bunlar gibiler için söylenmiş bu söz. İşin ucunda para olunca işte
sanatmış, sosyal sorumlulukmuş, yeşilmiş, ağaçmış… Hiçbir şey dinlemiyorlar.
Kondurdular ormanın ortasına o milyonluk lüks villaları. Projenin adı da güzel: Ormanada! Bak bak bak, Ormanada. Adam, ormanın ortasına diktim evleri diye böyle bas bas bağırıyor yani.
Bir de bu evlerde oturanların çocuklarının gittikleri özel bir okul var, Koç
Üniversitesi. 30 yıl önce gerekli imar ve izinler hükûmet ve belediye arasında
böyle çeşit çeşit oyunlar döndükten sonra Sarıyer ormanlarının göğsüne böyle
bir hançer gibi saplandı Koç Üniversitesi ve 49 yıl boyunca Koç Üniversitesine
tahsis edilen 160 hektarlık orman arazisindeki ağaçlar kesilerek, fakülte
binaları, kütüphane ve yurt yapıldı. Daha da detay istiyorsanız girin
internete, onlarca görselden bakabilirsiniz olana bitene.
İşte Marmaris’te çıkan son yangında da bu ikiyüzlü tiplerin benzer
dezenformasyonlarını gördük. “Gene otel dikmek için orman yakıyorlar. Uçaklar
neden müdahale etmiyor?” gibi paylaşımlar böyle havalarda uçuştu. Orman işçilerinin
orada verdikleri mücadeleyi hiç umursamadılar bile. Hâlbuki ısıya duyarlı
İHA’ların alevleri fark etmesinden 10 dakika sonra yangına ilk müdahale
yapıldı. Muğla’daki 4 helikopterin yanı sıra böyle çevre illerden gelen 7
helikopter, işte arazözler, dozerler, su tankerleri ve çok sayıda da orman
işçisi yangını söndürmek için canla başla çalıştı. Helikopterler alevlere 320
sorti yaptı ve yangın da 8 saatte söndürüldü. Üstelik birilerinin müdahale
edilmiyor algısı yaratmaya çalıştığı Marmaris yangınında 34 yaşındaki orman
işçisi Görkem Hasdemir de şehit oldu. Yangında rüzgârın yön değiştirmesiyle bir
anda alevlerin arasında kalan Görkem kardeşimiz evli ve 2 çocuk babasıydı.
Üstelik de asli görevi orman işçiliği falan değil he Görkem Hasdemir’in. Mesleği
marangozluktu ama yaz aylarında Marmaris’teki ilk müdahale ekibinde görev
yapıyordu. “Marangozluk gibi bir mesleğin varken niye orman işinde
çalışıyorsun?” diye soruyordu buna eniştesi ve eniştesine şöyle cevap vermiş, “Türkiye’nin ciğerlerini
korumak bizim için vatanı korumaktır. Nasıl askerimiz, polisimiz, jandarmamız
bu ülkeyi savunuyorsa biz de Türkiye’nin ciğerlerini koruyoruz. Arkadaşlarla
yemin ettik. Ormanlarımız her yandığında sanki böyle evladımız yanmış gibi
ağlıyoruz.” cevabını verdi bu Görkem Hasdemir. İşte görün bu Görkem Hasdemir’in
nasıl bir vatansever olduğunu ve nasıl bir doğasever olduğunu. Hiç kimse
unutmasın bu ismi!
Bir daha, “Yangına müdahale edilmiyor.” gibi o yalan yanlış, kulaktan dolma
bilgileri paylaşmaya kalkanlar, Görkem Hasdemir kardeşimiz gibi alevleri
söndürmek için canlarını ortaya koyan orman işçilerini hatırlasın. Onların
alevlerin isiyle kapkara olan yüzlerini gözlerinin önüne getirsin. Belki o
zaman böyle biraz vicdanları sızlar da orman işçilerinin verdikleri bu mücadeleye
hakaret etmezler.
Şimdi bir de, “Otel dikmek için ormanları yakıyorlar” iddiasının gerçek olup
olmadığına kanıtlarıyla bakalım dostlar. Aslında bu bir iddia da değil, açık
saçık bir yalan ama biz yine de iyi niyetle iddia edilen diyoruz. Zaten şimdi
kanıtlarıyla gösterince de yalan olduğu herkes tarafından net bir şekilde
öğrenilecek.
Tarım ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğünün sitesinden veya sosyal
medya hesaplarından daha önce yanan orman alanlarının şimdiki halini görmek çok
kolay ve basit. Bakanlık bunların fotoğraflarını ve videolarını işte
“Öncesi/Sonrası” şeklinde böyle belli aralıklarla paylaşıyor. Mesela bakın
Marmaris İnbükü’ndeki alan eskisi gibi yeşile dönmüş. Ağaçlar yavaş yavaş da
yetişiyor, büyüyor. Bir diğeri Ayvalık Şeytan Sofrası bölgesindeki alan yangın
öncesi halinden daha da yeşil olmuş adeta. Yine Ayvalık’ta toprağın bile
neredeyse yandığı alanın şimdiki hali yemyeşil. İnsan gerçekten hayret ediyor.
Hiçbirinde de herhangi bir otel, bina ya da başka bir faaliyet yok.
Bunlar gibi daha önce yanan birçok orman alanının şimdiki halini Orman Genel
Müdürlüğünün internet sitesinde görmek mümkün. Az önce de söyledim, arayıp
bulmaya üşenenlere de buraya “https://bit.ly/3AXDvm5” linkini bıraktım. Tek
tıkla hepsine ulaşabilirsiniz yani algılarda kaybolmak yerine gerçeklerle
yaşamak isteyenlere hizmette sınır yok bizde.
Hiç kimsenin şundan şüphesi olmasın, nasıl ki Türkiye son 20 yılda birçok
alanda bambaşka bir noktaya geldiyse, adeta çağ atladıysa; ağaç, yeşil alan ve
orman varlıklarında da aynısı oldu. Tarım ve Orman Bakanlığının 2015 yılındaki
verilerine göre Türkiye’nin yüzde 29’u ormanlarla kaplı. Bu oran AK Parti’nin
iktidar olduğu dönemde yüzde 5 daha artış gösterdi yani daha önce yüzde 23-24
seviyelerindeydi.
Son 20 yılda Türkiye’nin dört bir yanında sayamadığımız kadar ağaçlandırma
kampanyası düzenlendi. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 11 Kasım tarihi
“Milli Ağaçlandırma Günü” ilan edildi ve 2019 yılında tam 14 milyon fidan
dikildi. Geçen yıl yani pandemi kısıtlamalarının olduğu 11 Kasım’da da
Türkiye’de yaşayan her bir kişi için 83 milyon fidan toprakla buluştu. Orman
Genel Müdürlüğü 2020’nin tamamında 603 milyon fidan dikildiğini, 2023 yılında
da hedefin 7 milyar fidanı toprakla buluşturmak olduğunu açıkladı.
Bu hedeflerin gerçekleşmesi ve dikilen fidanların büyüyüp yeşermesiyle Türkiye’nin 5 yıl sonra, 10 yıl sonra ulaşacağı orman varlığını düşünebiliyor musunuz? Yemyeşil bir Türkiye bizi bekliyor.
Bugün hükûmetin yeşile karşı olduğunu, ağaç düşmanı olduğunu iddia edenlerin yüzlerini bundan 10 sene sonra görmeyi çok isterdim. Biraz utanma olur mu? Hiç zannetmiyorum, yok. Bundan önceki yaşadığımız olaylar gösterdi ki öyle utanma diye bir huyları yok.
Son 20 yılda sadece yeni orman alanları oluşturmak için değil mevcut orman
alanlarının korunması için de büyük yatırımlar yapıldı. Bakın dostlar, 2020
itibarıyla bakanlığın yer ekiplerinde 1072 adet arazöz, 281 adet su tankeri,
586 adet ilk müdahale aracı, 185 adet dozer, 473 adet diğer araç yani iş makinalarıyla
birlikte toplam 2597 araç bulunuyor ve bu araçlarda da görevli 10 bin 545
yangın işçisi, 3000 de teknik eleman var, 5000 de memur olmak üzere toplam 18
bin 545 personel görev yapıyor.
Bitti mi peki? Bitmedi. Bunlar sadece yerden müdahale araçları ve ekipleri.
Yangınları söndürmek için 6 idari helikopterin yanında, 27 adet yangın söndürme
helikopteri ve 2 adet de 10 tonluk amfibik uçak çalışıyor. Orman yangınlarında
8 bin araç, takip sistemiyle anlık olarak izlenerek orman yangınlarına
müdahalede kullanılıyor.
Bitti mi? Yine bitmedi. Geçen yıldan itibaren orman yangınlarında ilk kez
İHA’lar kullanılmaya başlandı. İzmir’deki İHA sayısı bu yıl 4’e yükseltildi.
Yeni alınan 3 İHA da Adana, Antalya ve Muğla’da kullanılmaya başlandı.
Sabah saatlerinden itibaren gökyüzüne çıkan İHA’lar, gece geç saatlere kadar
ormanlık alanları izliyor. İHA’ların sorumluluk bölgelerinden canlı aktardığı
görüntüler, yangın kontrol merkezindeki görevliler tarafından böyle anbean
takip ediliyor. Bu İHA’lar sayesinde de Marmaris yangınında da olduğu gibi
orman yangınları daha erken tespit ediliyor ve anında da müdahale ediliyor.
İşte tüm bu yatırımlar sayesinde 2003 yılında yaklaşık 40 dakika olan yangına
ilk müdahale süresi, 2019 yılında 12 dakikaya kadar indirildi. İlerleyen
yıllarda daha da düşecek ve yangınların ormanlarımıza verdiği zarar inşallah
minimuma inecek.
Bu video için hazırlanırken Türkiye ile benzer iklimsel özelliklere sahip diğer
Akdeniz ülkelerindeki durum ne acaba diye aklıma geldi. Biraz araştırdıktan
sonra baktım ki bir kez daha ülkemle gurur duydum. Avrupa Birliği Komisyonu
raporuna göre 2007 ile 2017 yılı arasında 10 yıllık dönemde Türkiye, yangın
sebepli ormanlık alan kaybını en az yaşayan ülkelerin arasında en başta.
Türkiye’de 10 yılda 102 bin hektar ormanlık alan yangın sebebiyle
kaybedilirken, Yunanistan’da 508 bin hektar, İtalya’da 910 bin hektar,
İspanya’da 1 milyon 92 bin hektar, Portekiz’de 1 milyon 572 bin hektar orman
alanı yangında kül oldu yani Portekiz’deki kayıp Türkiye’nin tam 15 katı. Demem
o ki dostlar bu yangınlar sadece bizim ülkemizde olmuyor. Bizimle aynı şekilde
yani benzer iklime sahip ülkelerin hepsinin ortak sorunu bu orman yangınları
hatta bize göre durumları çok daha da kötü. O yüzden orman yangınlarını siyasi
malzeme yapmak hiç kimseye bir şey kazandırmaz hatta biraz önce saydığım resmi
veriler gösteriyor ki Türkiye orman yangınlarıyla mücadele noktasında
komşularına göre çok çok iyi bir konumda. Bur orman yangınlarından böyle siyasi
kazanım elde etme planları yapanların bu konuyu bir daha düşünmelerini tavsiye
ediyorum. Çünkü zararlı çıkarlar yani buradan bu muhaliflere ekmek çıkmaz.
Ormanlar herhangi bir grubun, herhangi bir zümrenin ya da herhangi bir partinin
değil, hepimizin hatta daha da geniş bakacak olursak bütün dünyanın ortak
malıdır ormanlar ve bu ormanların ürettiği oksijenden hepimiz faydalanıyoruz,
gölgesinde oturup hepimiz serinliyoruz.
Peygamber Efendimizin şu güzel hadisiyle bitirelim: “Bir Müslüman herhangi bir
ağaç veya herhangi bir bitki dikerse, ondan yenilen her şey kendisi için
sadakadır, ondan alınan her şey kendisi için sadakadır, yabani hayvanların
yediği şeyler sadakadır, kuşların yedikleri de sadakadır, bir kişinin ondan
alıp eksilttiği şey de kendisi için sadakadır.”
Onun için sadakamız bol olsun inşallah ve “Kıyametin kopacağını bilsen de
elindeki fidanı dik.” diyen bir Peygamber’in ümmeti olduğumuz için de mutluyuz,
gururluyuz ve şerefliyiz.
Kalın sağlıcakla.