KULÜP DİZİSİNDE GİZLENEN GERÇEK! – 26 KASIM 2021

2

Bugün yine bir Netflix dizisiyle karşınızdayım ama bu sefer ki dizi Squid Game gibi yabancı bir dizi değil. Bizle alakalı, bizim oyuncularımızın yer aldığı ama Netflix’te yayımlanan bir Türk dizisi. Adı “Kulüp…”

Yayımlandığı günden beri çok konuşuluyor bu dizi. Özellikle Türk dizi ve film sektörünün bir numaralı gündemi oldu son 10-15 gündür. Çok beğenildi, dekorlarına, oyunculuklara ve senaryosuna övgüler dizildi.

Dizinin merkezinde, özellikle İstanbul Galata çevresinde yaşayan Seferad Yahudilerinden bir kadının zorlu hayat mücadelesi anlatılıyor. Birçoğumuzun varlıklarından bile çok da haberdar olmadığı ancak yüz yıllardır bu topraklarda yaşayan azınlık bir grubun hikâyesine odaklanması açısından gerçekten ilginç ve dikkat çekici bir iş olmuş.

Böyle konuşunca şimdi size oturup da Netflix dizisi öveceğimi falan zannetmeyin ha! Daha önce defalarca kez Netflix yapımlarını sert bir şekilde eleştirdim. Hala da aynı görüşteyim. Benim için Netflix, sadece dizi-film yayımlayan masum bir platform değil. İçeriklerine yerleştirdiği farklı tipteki süper kahramanlar, çizgi film karakterleri ve yan roller ile sapkın bir yaşam biçiminin propagandasını yapıyor. Daha önce bunu Hollywood ile yapıyorlardı, yenidünya düzeninde bu görevi Netflix üstlendi. O yüzden kimse benden Netflix övgüsü falan beklemesin.

Bu “Kulüp” dizisinden bahsetmemin sebebi de dizi analizi falan yapmak değil zaten. Bu dizide anlatılan hikâyenin bize yeniden hatırlattığı bir gerçeği konuşmak istiyorum. Biraz önce dedim ya dizide Matilda adındaki Seferad Yahudisi bir kadının alt üst olan hayatını toparlama çabası ve çevresinde şekillenen olaylar anlatılıyor. Matilda’nın gençliğine dönüldüğünde ise gayet güzel giden hayatını tepe taklak eden olayın Türkiye’de 1942 yılında çıkarılan Varlık Vergisi kanunu olduğu anlatılıyor. İşte benim konuşmak istediğim konu da bu; Varlık Vergisi kanunu, bu kanunun uygulanış biçimi, sebep olduğu sonuçlar…

Bu kanun, bundan tam 79 yıl önce 11 Kasım 1942’de TBMM’de kabul edildi ve bir gün sonra 12 Kasım 1942’de yürürlüğe girdi. Türkiye’de tek parti döneminin ceberut yönetimi iktidarda. Demokrasi, seçim, millet iradesi gibi kavramların esamesi bile okunmuyor. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda CHP’lilerin Milli Şef’i İsmet İnönü oturuyor. Başbakan ise İnönü’nün atadığı Şükrü Saraçoğlu…

Kanunla, İkinci Dünya Savaşı döneminde olağanüstü kazanç ve servete sahip olan kişilerden bir defaya mahsus olmak üzere vergi alınması öngörülüyor. Tabi bu işin kılıfı, CHP’nin faşist zihniyetini gizlemek için çektiği bir perde sadece.

Bu kanun, Şükrü Saraçoğlu’nun göreve geldikten sonraki ilk icraatı olarak tarih sayfalarında yerini aldı. Öyle bir kanun çıkarmışlar ki akıllara ziyan! Kanunda vergi oranı ile ilgili doğrudan bir ifade yer almıyor. Yani kimden ne kadar oranda vergi alınacağı belli değil. Onun yerine vergi miktarlarının belirlenmesi ve toplanması amacıyla her ilde vergi tespit komisyonu kuruluyor. Aynı İstiklal Mahkemeleri gibi. Bir yere bağlı değiller. Kararları kafalarına göre alıyorlar. Varlık Vergisi’nde de her şeyi komisyon yapıyor. Bu komisyonlarda da şehrin en yetkili mülkiye ve mal memurları yer alıyor. Vergi miktarı ile ilgili tespit ve takdir hakkı da tamamen bu komisyonlara ait. Vergilerin tahsil edilmesi için de 15 gün gibi kısacık bir süre tanınıyor.

Üstelik bu kanuna kapalı oturumlarda öyle bir bölüm ekleniyor ki işte CHP’nin faşizan ve ayrımcılıkla dolu ruhu bir kez daha burada ortaya çıkıyor. Kanunda vergi alınacak insanlar M, G, E ve D diye dört gruba ayrılıyor. M, “Müslüman”; G, “gayrimüslim”; E, “ecnebi” yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan kişiler ve D de “dönme” yani din değiştirenler anlamına geliyor. Vergi tespit komisyonlarında her gruba da ayrı bir vergi oranı uygulanıyor. Her iki grup da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasına rağmen Müslümanlardan yüzde 12,5 oranında vergi toplanırken, gayrimüslimlerde bu oran yüzde 50’ye çıkıyor. Yani vatandaşlar dinine ve ırkına göre ayrılarak hem eşitlik ilkesi çiğneniyor hem de açık açık bir fişleme yapılıyor.

Bazıları “Yahu ne olacak? Gâvurdan fazla alsınlar işte.” diyebilir ama öyle olmuyor işte. İnsanlık öyle olmuyor.

Başbakan Saraçoğlu, verginin asıl sebeplerini ise CHP’li vekillerle ile yaptığı kapalı oturumda şöyle açıklıyor:

“Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız… Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir… Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu Kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz… Kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”

Bak bak nasıl da insanların milliyetçilik duygularını köpürten ifadeler kullanıyor. Nasıl da farklı din, dil ve ırktaki vatandaşlarıyla bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti topraklarına ayrılık tohumları ekiyor. Nasıl da farklı gruplar arasındaki nefreti körüklüyor. Nasıl da açık açık “Mallarını gasp edeceğiz” demiyor da “Piyasayı Türklerin eline vereceğiz.” diyerek zalimliklerine kılıf uyduruyor.

İşte İsmet İnönü liderliğindeki tek parti döneminde böyle faşizan bir yönetim anlayışı vardı. CHP zihniyeti derken kast ettiğimiz tam da budur. Bakmayın bugün bunların eşitlik, insan hakları, adalet, demokrasi nutuklarına. Hepsi palavra, hepsi makyaj, hepsi maske! Ellerine geçen ilk fırsatta anında gerçek yüzleri ortaya çıkar.

Neyse biz CHP’nin Milli Şef’i İsmet İnönü’nün bu ülkede yaptığı zulümleri anlatmaya devam edelim. Gördüğünüz gibi genel hatlarıyla çıkarılan bu kanun tam bir skandal ancak kanunun uygulanmasıyla bu skandal, tam bir işkenceye, tam bir zulme dönüşüyor.

Verginin yürürlüğe girmesiyle gayrimüslimlerden servetlerinin ve gelirlerinin çok çok üstünde vergiler talep ediliyor. Yeterince nakit parası olmayanların ellerindeki gayrimenkulleri satışa çıkarmaktan başka çaresi kalmıyor. Çünkü verginin ödenmesi için 15 gün gibi kısa bir süre tanınmıştı. Bu yüzden gayrimüslimlere ait binlerce taşınmaz mülk, değerinin çok altında fiyatlarla el değiştiriyor. Binlerce ev ve iş yerleri haczedilerek haraç mezat satılıyor.

Malı, mülkü, parası vergiyi ödemeye yetenlerin büyük bölümü servetlerini kaybedip fakirliğe mahkûm olurken, ödeyemeyenler ise daha acımasız bir muameleyle karşı karşıya kalıyor. Vergisini ödeyemeyen çok sayıda gayrimüslim Erzurum’un Aşkale ve Eskişehir’in Sivrihisar ilçelerindeki toplama kamplarına gönderiliyor. Evet, evet yanlış duymadınız. Bildiğiniz toplama kampı. Hani Alman faşist diktatör Hitler’in Yahudilere yaptığı muamele var ya, bizim CHP’li Cumhurbaşkanı ve Başbakanımız da ülkemizdeki gayrimüslimlere aynı muameleyi layık görüyor. Zaten İsmet İnönü, doğum gününe resmi heyet gönderecek, Goebbels’i Türkiye’de özel misafir olarak ağırlayıp icazet alacak kadar Hitler ve Nazi hayranıydı.

Hatta Varlık Vergisi’nin mimarı olan Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Nazi Almanya’sı ile Arkadaşlık Antlaşması imzalamıştı. Bu çerçevede soykırımdan kaçan birçok Yahudi’nin Türkiye üzerinden yolculuk etmesine ve gemilerden inmesine izin verilmemişti.

Yani bakmayın bugün bunların Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “diktatör, tek adam, otokrat” gibi iftiralar atmalarına. Aslında dertleri tek adam olması değil, tek adamın kendilerinden olmaması. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan bunların zihniyetine sahip olsa ve aynı şeyleri yapsa hiçbir sorunları olmaz. Çeşitli gerekçeler ve bahaneler sunarak her şeyi meşrulaştırır ve mevcut düzeni canhıraş bir şekilde savunurlar. Ama Erdoğan kendilerinden değil. Onun için diktatör ve tek adam diyorlar ona.

Bir kez daha neyse diyerek Varlık Vergisi zulmüne kaldığımız yerden devam edelim. İşte vergisini ödeyemediği için trenlerle çalışma kamplarına götürülen gayrimüslimler, Aşkale’de sert kış koşullarında kar küremek, yol süpürmek; Sivrihisar’da ise yol inşaatlarında taş kırmak gibi çeşitli işlerde çalıştırıldılar.

Farklı kaynaklara göre bu çalışma kamplarına binden fazla gayrimüslim gönderilmiş. Buralarda ağır koşullarda çalışarak hak ettikleri paralar da vergi borçlarından düşülmüş. Yaklaşık 25 kişi bu kamplardaki zorlu koşullara dayanamayıp hayatını kaybediyor. Toplama kamplarında hayatta kalıp geri dönmeyi başarabilenlerden birçoğu da yakalandıkları çeşitli hastalıklar sebebiyle daha sonra vefat etmiş. Tabi bir de bu kamplara götürülen kişilerin geride bıraktıkları eşleri, çocukları, aileleri var. Onlar da büyük sıkıntılar çekiyor doğal olarak. Aynı Kulüp dizisinde anlatıldığı gibi darmadağın olan aileler ortaya çıkıyor.

Tabi bu sürecin başından itibaren gazeteler de faşist tek parti hükümetinin icraatlarını aklamak ve haklı göstermek için ellerinden geleni yapıyorlar. Yasanın gündeme gelmesinden itibaren gazete ve dergilerde Yahudiler başta olmak üzere Rum ve Ermenilere yönelik nefret söylemi yaygınlaşıyor.

Özellikle Yahudileri hırsızlık, karaborsacılık, soygunculuk, vurgunculuk gibi işlerle ilişkilendiren haberler ve karikatürler birbirini izliyor.

Gayrimüslim bir tüccarın işhanı satıldığında, gazetelerde “En sonunda bilmem ne işhanı da millileştirildi” gibi manşetler atılıyor.

Yani medya da tek parti iktidarının emrine amade şekilde yasanın milletten tepki çekmeden uygulanabilmesi için çok güzel, yumuşak bir zemin hazırlıyor.

Bakmayın siz şimdi bunların “Medya baskı altında, özgür medya istiyoruz, medyanın hepsi yandaş oldu” laflarına, yönetimde kendileri olsa en aşağılık icraatlarını bile medya aracılığıyla aklarlar, normalleştirirler, meşrulaştırırlar. İstediklerini yazmayan gazete ve dergileri, istediklerini göstermeyen televizyonları anında kapatırlar. Daha yakın zamanda, 28 Şubat döneminde gazetelerde atılan iğrenç manşetleri, televizyonda gösterilen yalan haberleri unutmadık, dün gibi hatırlıyoruz hepsini.

İşte yaklaşık 2 yıl yürürlükte kalan bu Varlık Vergisiyle sadece İstanbul’da 315 milyon Türk lirası para toplandı. Bu verginin 280 milyon lirası ise gayrimüslimlerden tahsil edildi.

Varlık Vergisi, Yahudilerin ABD’de yaptıkları lobi faaliyetleri sonucu ABD’nin Türkiye’ye baskıları ve Nazilerin yenileceğinin anlaşılmasıyla 15 Mart 1944 tarihinde yürürlükten kaldırıldı.

“Peki, bu adam bize bunu niye anlatıyor?” diye düşünenleriniz olabilir. Hazır Kulüp dizisi sayesinde geçmişte bu ülkede yapılan bazı yanlışlar gündeme gelmişken o yanlışların bir numaralı müsebbibi olan CHP zihniyetini ve bu ülkeye verdikleri zararın büyüklüğünü tekrar idrak edebilelim diye anlatıyorum.

Çünkü yaklaşık 2 yıl gibi kısa bir süre uygulanmasına rağmen Varlık Vergisi, ülkemizde kapanması zor derin yaralar açtı. Varlık Vergisi adı altında uygulanan zulüm, bu topraklarda yüz yıllardır yaşayan gayrimüslimler ve azınlıkların vatanı olarak gördükleri ülkemizden başka ülkelere göç etmesine sebep oldu. Sayıları hızla azaldı. Geride kalanların ise bu devlete olan aidiyet hissi zayıfladı. Tek parti yönetiminin ayrımcı ve ırkçı yaklaşımı sebebiyle Müslüman ve gayrimüslim vatandaşlar arasına ekilen nifak tohumları yeşererek ileriki zamanlarda daha kötü olayların yaşanmasına sebep oldu.

40 yıldan fazladır mücadele ettiğimiz PKK terörünün altında yatan sebeplerden biri de işte bu faşizan CHP zihniyetidir. Aynı gayrimüslim vatandaşlara yaptıkları gibi yıllarca Kürt vatandaşlarımıza işkence eden, onların varlığını, dilini, kültürünü inkâr eden, onları yok sayan politikalara imza attılar. Bu inkâr politikası, kendini 2. sınıf vatandaş hisseden insanlarımız arasında PKK gibi bir fitne ateşinin büyümesine zemin hazırladı. Biz de hala bu fitne ateşinin söndürülebilmesi için askeri, ekonomik ve sosyal anlamda büyük bir mücadele veriyoruz.

O yüzden şimdi çıkıp da helalleşme, kucaklaşma, barışma, sarılma gibi ponçik ponçik mesajlar veren siyasetçilere kimse kanmasın.

CHP demek, Hitler hayranı İsmet İnönü demektir.

CHP demek, vergisini ödeyemeyen insanları toplama kampına kapatan Şükrü Saraçoğlu demektir.

CHP demek, şapka takmadığı için nice âlimi darağacına çıkarmaktır.

CHP demek, vergiyi kabul etmedi, isyan etti diye Dersim’de binlerce Kürt ve Alevi vatandaşı katletmek demektir.

CHP demek, darbelere alkış tutup bir Başbakanın asılmasına göz yummaktır.

CHP demek, ikna odaları kurup başörtülü kızlara zulmetmektir.

CHP demek, seçimden önce namus sözü verip seçimden sonra namussuzluğunu göstermektir.

CHP demek, taciz, tecavüz, sapkınlık demektir.

CHP demek çöp, çukur, çamur demektir.

CHP demek, ihanet, hıyanet, mandacılık demektir.

Belki son dönemdeki süslü laflara kanıp, unutanlar olmuştur. Kısaca bir hatırlatalım istedik.

Ezcümle dostlar, CHP demek üstat Necip Fazıl Kısakürek’in de tarif ettiği gibi, “CHP bir parti değildir. Türk’e dilini, dinini ve özünü kaybettiremeye memur bir katliam müessesesidir.”

Yine ülkücülerin lideri Alparslan Türkeş’in de tarifiyle “CHP zulüm ve işkence partisidir.”

Bu aziz millet, CHP’yi ebediyen muhalefete mahkûm edecektir. İşte CHP budur!

Kalın sağlıcakla…