LAİKLİK KAZANACAK ATAM İZİNDEYİZ! – 16 EYLÜL 2021
Gerçekten artık çok sıkıldık ya. Böyle sıdkımız sıyrıldı. İllallah dedik bu tartışmalara artık. Hani soruyorlar ya “Biz niye Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere gibi gelişemiyoruz?” diye. İş gücü desen Avrupa’nın en genç ve en enerjik nüfusuna sahibiz. Arazi desen bereket fışkıran topraklarımız var. Coğrafi olarak konumumuza bir bakıyorsun üç tarafı denizlerle çevrili, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan böyle doğal bir köprü, Afrika’ya komşu olan önemli bir coğrafi avantajımız var. Vizyon var, azim var, kararlılık desen yüzyıllar boyunca dünyaya hükmetmiş ecdadımızdan gelen bir güç var, bir bakiye var. Peki, niye olmuyor? He? Bir düşünün. Niye dünyanın en gelişmiş ülkeleri seviyesine çıkamıyoruz hala? Hani derler ya “Unun var, yağın var, şekerin var. Eee niye helva yapmıyorsun?” O misal, elimizde bütün malzemeler varken biz niye helva yapamıyoruz?
Bu soruyu çok düşündüm, hakikaten çok düşündüm. Bu topraklarda geçirdiğim 40 yılın sonunda da cevabını buldum ve bu cevaptan da adım gibi, kesinlikle eminin. Başka bir sebep olamaz. Bizim ülke olarak böyle bir mehter takımı gibi 2 ileri 1 geri gitmemizin en büyük sebebi işte bu kısır tartışmalardır. Bizim bütün zamanımızı alıp, bütün enerjimizi sömürüyor. Biri veyahut da birileri bir açıklama yapıyor, günlerce, haftalarca hatta bazen aylarca onu tartışıyoruz. Bunu yapan yeri geliyor siyasetçi oluyor, yeri geliyor devlet adamı oluyor, yeri geliyor asker oluyor, akademisyen oluyor, gazeteci oluyor veyahut da başka bir unvana sahip birileri oluyor ve biz bunların söylediklerini yani saçmaladıklarını konuşuyoruz da konuşuyoruz, tartışıyoruz da tartışıyoruz. Bu tartışmalar sayesinde bir sonuca varsak hani ortak bir noktada buluşsak gam yemeyeceğim ama o da yok. Herkes kendi cephesinden bir adım ileri atmadan aynı şeyleri söyleyip duruyor. Olan ülkece kaybettiğimiz zamana ve enerjimize oluyor.
Bu tartışmalar sırasında asıl odaklanmamız gereken ve üzerinde konuşmamız gereken şeyler de arada kaynayıp gidiyor. Bu kısır tartışmaların son örneklerini de yakın zamanda açılışı yapılan hizmetler de bir kez daha gördük. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan yerli imkanlarla üretilen elektrikli traktörün deneme sürüşünü gerçekleştirmişti. Tabiri caizse böyle doğal bir lansman yapılıyordu. Şimdi normal de bir ülkede böyle bir hizmetten sonra o traktörün yeterli olup olmadığı, elektrikli olmasının ne gibi avantajları ya da dezavantajları olduğu, çiftçinin işini nasıl kolaylaştıracağı gibi şeyler konuşulur. Peki, biz ne konuştuk? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ayakkabısı ve paçaları toz olmasın diye ayağına giydiği galoşu konuştuk. E yerli traktör hem de elektrikli. Ne oldu? Yok abi, yerli elektrikli traktör unutuldu gitti.
Daha geçen hafta Rize’nin tam 70 yıllık hayali olan Salarha Tüneli’nin hizmete açılışı vardı. Ben de oradaydım. O tünel sayesinde yarım saat süren yolculuk 5 dakika gibi kısa bir süreye indi ve özellikle de bölgenin hem Kafkasya’ya hem de güneye olan ulaşımı kolaylaştı. Biz ise bu tünelin ekonomi ve ulaşım açısından ne gibi faydalar sağlayacağını konuşmak yerine açılış esnasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın minik bir çocukla şakalaşmasını tartıştık. Muhalifler bu olayı çarpıtarak Erdoğan’ın çocuğa kızdığını ve böyle kafasına vurduğunu söyledi. Biz ne yaptık? Biz de onlara cevap yetiştirmek için olayın bir şakalaşmadan ibaret olduğunu onlara anlatmaya çalıştık. Bu arada da o Rize’deki tüneller, yollar, yapılan o açılışlar arada kaynadı gitti, kaynadı gitti. Kimse doğru düzgün onlardan bahsetmedi bile.
Aynı bu olayın bir benzerini de Adli Yıl Açılış Töreni’nde yaşadık. O törende Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni Yargıtay binasının açılışını da gerçekleştirdi ve törende de Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da dua etti. Oraya bomba atsaydı daha iyiydi birilerine göre. Biz? Biz yine Yargıtay binası projesinin güzelliğini, büyüklüğünü veyahut da adalet sistemimize ne gibi faydalar sağlayacağını konuşmak yerine açılışta Ali Erbaş’ın dua etmesini konuştuk. Başladılar hemen saldırmaya. İşte yok laikliğe aykırıymış, yok yargıda duanın ne işi varmış, yok Anayasa çiğnenmiş… Biz de oturduk bunları söyleyenlere, işte duanın adli yıl için değil de yeni Yargıtay binası için yapıldığını anlatmaya çalıştık. Olan kime oldu? Olan yine yapılan hizmete oldu. Gözükmedi, üstü kapatıldı. Yargıtay binası da arada kayboldu gitti.
Tabii bunların hepsi planlı yapılıyor arkadaşlar. İnsanların dikkatini hizmetlerden, projelerden koparıp böyle boş tartışmalarla oyalamak, yapılanları unutturmak istiyorlar.
Aynı kesim şimdi de Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ÖNDER tarafından organize edilen 18’inci İmam Hatipliler Kurultayı’nda yaptığı bir açıklama var, işte o açıklamanın üzerinden yeni bir laiklik tartışması başlattı. Ali Erbaş hoca, bu Yargıtay binası açılışı esnasında yapılan dua sebebiyle bir tartışma başlamıştı ya, işte onlara cevaben “İnanç sokakta olmasın, insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın. İnançtan ayıklansın istiyorlar her şey. Görüyorsunuz ortalığı da ayağa kaldırıyorlar.” diye bir açıklama yaptı.
Vay sen misin bunu diyen! Öyle bir saldırı başlattılar ki; anayasal suç işledi diyen mi ararsın, cübbeni çıkar siyasete atıl diyen mi ararsın, Cumhurbaşkanlığına oynuyor diyen mi ararsın… Ellerinden gelse hemen bir darağacı kurup Ali Erbaş hocayı asacaklar.
Hâlbuki “Ben Müslümanım” diyen biri, biraz düşünüp tarttıktan sonra Ali Erbaş hocanın ifadelerinden rahatsız olmaz. Rahatsız olmaz!
Mesela ticaretle ilgili Allah neler emrediyor ona bakalım. Mutaffifîn suresinde Allah diyor ki “Ölçü ve tartıda hile yapanlara yazıklar olsun. Onlar, insanlardan bir şey aldıklarında tam ölçüp tartarlar. Kendileri başkalarına vermek için ölçtüklerinde ise eksik tartarlar…” Allah’ın ticaretle alakalı bakışı işte bu.
Yine bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz, “Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” demiş. Yine başka bir hadiste “Bir Müslümanın kusurlu bir malı, kusurunu açıklamadan satması helâl değildir.” diyor.
Yani dinimizde ticaret yapılırken ölçü ve tartıda hile yapılmaması, ayıplı mal satılmaması, dürüst ve güvenilir bir tüccar olunması emrediliyor. Bu kurallardan bırakın bir Müslümanı herhangi bir insanın şikâyet etmesi mümkün müdür? He? Zira herkes alışveriş yaparken verdiği paranın karşılığını tam olarak almak ister. E o zaman İslam’ın ticarete yansımasından kim niye rahatsız olur ki?
Bir de adaletle ilgili emirlerine bakalım dinimizin. Nisa suresinde Allah diyor ki “Şüphesiz Allah, size emanetleri sahiplerine teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.”
Bak Allah ne diyor? Yine aynı surede “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. Eğer dilinizi eğip büker ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” diyor.
Maide suresinde de Allah diyor ki “Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Allah´tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” buyruluyor.
Peygamberimiz ide “Herhangi bir konuda hakemlik yaptığınız zaman adil olun.” Diye bize tavsiyede bulunuyor.
Bir başka hadise bakıyorsun “Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklardır.” diyor.
İşte gördüğünüz gibi Allah’ın ayetleri ve Peygamberimizin hadislerinde, herkesin arzu ettiği adalet anlayışını emreden buyruklar var. Herhangi bir dine, gruba, zengine ayrıcalık tanıyın gibi bir emir yok. O zaman inancın adalete yansımasından kim niye rahatsız olsun ki? He? Gerçekten soruyorum, bundan kim rahatsız olur?
Dinimiz diğer konularda da hep en iyiyi, en güzeli emrediyor yani İslam’ı hakkıyla yaşayan ve hayatına tatbik eden biri, ticaretin en doğrusunu, yargının en adaletlisini, siyasetin de en iyisini yapar. Asıl korkulması gereken İslami ve insani değerlere sahip olmayanlardır.
Ama bizim ülkemizde öyle bir kesim var ki İslam’a ait en ufak bir işaret görse hemen böyle cinleri tepelerine çıkıyor ve bu hissiyatlarına da kalkan olarak laiklik ilkesini kullanıyorlar. Laiklik anlayışları o kadar sorunlu ki dinin ya da dindar insanların devletin hiçbir kademesinde görünmesini istemiyorlar. Hâlbuki laiklik ilkesini getiren de Atatürk, Diyanet İşleri Başkanlığı kuran da Atatürk. Eğer Atatürk bunların savunduğu gibi bir devlet isteseydi diyanet diye bir kurum ortaya çıkmazdı zaten.
Geçenlerde sosyal medyada dolaşırken böyle kendini Atatürkçü diye tarif eden bu kesimin laiklik anlayışını çok güzel özetleyen bir fotoğrafa, bir paylaşıma denk geldim. Bir genç kızımız böyle son dönemin modası olan göbeğini açıkta bırakan bir kıyafetle aynanın karşısına geçip fotoğraf çekinmiş, onu paylaşmış. Fotoğrafta da kızın arkasında babaannesi gözüküyor. Bu genç kızımız fotoğrafın üstüne şunu yazmış, “Göbeğini az açmışsın, biraz daha aç diyor canım babaannem. Laiklik kazanacak. Atam izindeyiz.” Allah Allah! Laiklik kazanacak, Ata’m izindeyiz, neyle? Göbeğini açarak.
Okuyunca böyle bir dondum yani. Beynim yandı derler ya aynen o durum. Bağdaştırmaya, bir ilişki kurmaya çalışıyorum hani göbeğini açmanın laiklikle, Atatürkçülükle ne alakası var diye. Tabii ilk şoku atlattığımda şaşkınlığım biraz da olsa azaldı. Sonra böyle bir paylaşıma şaşırmama şaşırdım. Hani niye şaşırıyorum ki? Çünkü bu genç kızımızın örnek aldığı büyükleri de laikliği aslında tam da böyle bir sanıyor. Hatta sanmak demeyeyim de böyle olmasını istiyorlar, böyle dayatmaya çalışıyorlar diyelim. Bunlara göre sen Avrupalılar gibi yaşarsan, işte göbeğini açarsan, mini etek giyersen, göğüs dekolten olursa, içki içersen, dans edersen çağdaş, laik ve Atatürkçüsün ama eğer bunları yapmazsan da gericisin, yobazsın.
Atatürk öldükten sonra onun mirasını devam ettirdiklerini, onun yolunda yürüdüklerini iddia edenler öyle çarpık bir Atatürkçülük anlayışı ortaya çıkardılar ki yıl olmuş 2021 hala bunun sıkıntısını çekiyoruz. Bunlar Atatürk’ün hayallerini, hedeflerini, vizyonunu değil; yaşam tarzını örnek alarak Atatürkçü olduklarını zannediyorlar. İşte Atatürk rakı içerdi, beyaz leblebi yerdi. Bunlar da aynısını yapınca Atatürkçü oluyorlar. Atatürk dans ederdi, vals yapardı; bunlar da vals yapınca Atatürkçü oluyorlar. Atatürk frak giyerdi, şapka takardı; bunlar da aynı onun gibi giyinince Atatürkçü oluyorlar.
Hâlbuki Atatürk, Türkiye’nin gelişmesi için öyle güzel hedefler koymuş ki ancak bugün Atatürkçüyüm diye geçinenler bu hedeflerin yanında bile geçemiyorlar. Hani Atatürkçüler ya!
Mesela Atatürk, “İstikbal göklerdedir. Göklerini koruyamayan uluslar, yarınlarından asla emin olamazlar.” diyerek havacılığın ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuş değil mi? Ancak ondan sonra gelenler milli uçak fabrikalarını kapatmışlar. Bugün, havacılıkta çığır açan, dünyanın gıptayla baktığı ve dünya savaş sistemini böyle köklü bir şekilde değiştiren İHA’lar, SİHA’lar üretiyoruz ama kendine laik ve Atatürkçü diyenler bırakın takdir etmeyi, burun kıvırıyorlar, eleştiriyorlar, kötülemeye çalışıyorlar. “Vay, işte damadın droneları, SİHA’ları, İHA’ları…”
Bunların peşinden gittiklerini iddia ettikleri Atatürk var ya, bakın ne demiş: “Kanatlı bir gençlik memleketin geleceği bakımından en büyük güvencedir. Bir gün Batı’lı ayaklar Ay’da ayaklarının izlerini bırakacaklarsa, bunların arasında bir de Türk’ün bulunması için şimdiden çalışmalara girişmek, aşamalar kaydetmek gerekir.” İşte Atatürk’ün uzayla alakalı söylemiş olduğu şeyler. Bugün Türkiye, Uzay Ajansı kuruyor ve Ay’a ayak basmak için uzay programları açıklanıyor. Atatürk’ü izinden yürüdüklerini söyleyenlere bir bakıyorsun bu hedefleri küçümseyip, dalga geçiyorlar. “Vay efendim Ay’a çıkacakmış, millet Ay’a biz yaya…” Espri üstüne espri…
Atatürk, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyerek ülke yönetiminde halkın iradesinden daha büyük bir güç olmayacağının altını çizmiş ki TBMM Genel Kurulunda Meclis Başkanının hemen arkasında da yazar, böyle kocaman yazılarla. Ama bir bakıyorsun, geçmişten bugüne kadar milletin iradesini çiğneyerek darbe yapan askerlerin arkasından alkış tutanlar, onların postallarını yalayanlar da hep kendilerine laik ve Atatürkçü diyen tipler.
Atatürk diyor ki, “Köylü milletin efendisidir.” yani bu vatan topraklarını işleyerek bizim karnımızı doyurmamızı sağlayan insanların bu ülke için ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor. Çünkü onların yetiştirdiği ineklerden sağılan sütle peynirimizi, yoğurdumuzu yiyoruz. Onların yetiştirdiği buğdaylardan üretilen unla ekmeğimizi, onların yetiştirdikleri bahçeler sayesinde de meyvemizi sebzemizi alıyoruz. Köylümüz, çiftçimiz olmasa açız yani anlayacağınız ama buna rağmen yine kendini laik, Atatürkçü olarak tanımlayan kesime bir bakıyorsun köylüyü aşağılıyor, ona çomar diyor, yobaz diyor, geri kafalı diyor, göbeğini kaşıyan adam diyor, üstüne bir de gözümüzün içine baka baka “Çobanın oyuyla benim oyum bir mi?” gibi aşağılık cümleler kuruyorlar.
Daha bunun gibi sayısız örnek sıralayabiliriz. O zaman da bu konuşma uzar gider. Şimdi bu tipler bir de şey söylüyor, “Atatürk bugünleri görse bu kez de kahrından ölürdü.” Evet, çok doğru bir söz! Gerçekten Atatürk, kendilerine Atatürkçü diyerek onun yolundan gittiklerini söyleyenlerin yaptıklarını ve yapmadıklarını görse “Ya siz beni çok yanlış anlamışsınız” diye kahrolurdu. Evet, kahrından ölürdü.
Dikkat ederseniz, konuşmamın başından beri böyle ısrarla “Kendilerine Atatürkçü diyenler” ifadesini kullanıyorum. “Atatürk’ü sevenler” demiyorum. Çünkü biraz önce saydığım o örneklerden de anlaşılacağı gibi bunlar Atatürk’ü falan sevmiyorlar yani Atatürkçü falan değil bunlar.
Bunlar olsa olsa Atatürk’ün ismini kendilerine kalkan olarak kullanıp, kendi kafa yapılarını, hayat tarzlarını, inanç anlayışlarını, giyim tarzlarını toplumun diğer kesimlerine dayatmaya çalışan Batı hayranı, özgüvensiz ve faşist bir topluluktur yani en kibar bu şekilde söyleyebiliyorum artık. Atatürkçülük bunlara bırakılacak, bunların temsil edebileceği kadar ucuz bir kavram değil. Onun için sizler de böyle tiplere Atatürkçü falan deyip de kendilerini bir şey zannetmelerine fırsat tanımayın ve Atatürk’ün ismini kullananlara da izin vermeyin.
İşte bu yüzden bunların, Atatürk ve laiklik üzerinden Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a saldırmalarının hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. Çünkü bunların dertleri ne laiklik ne Atatürkçülük ne de cumhuriyet. Bunların tek bir derdi var: İslam ve onun temsil ettiği değerler. Bakın şunu da söyleyeyim, emin olun Ali Erbaş hocanın yerinde bir papaz veyahut da haham falan olsaydı var ya, bunların gıkı çıkmazdı. Hatta böyle alkışlarlardı onu. Çünkü bunlar din düşmanı değil, bunlar İslam düşmanı. Çünkü din düşmanı olduğun zaman Hristiyanlığa da, Yahudiliğe de hepsine karşı olman lazım. Bunların bu dinlerle hiçbir problemi yok. Bunların bütün derdi İslam ve Müslümanlık. Onun için Cemil Meriç diyor ya, “Bu ülkede din düşmanlığı yoktur, İslam düşmanlığı vardır.” Anlatabildim mi?
Kalın sağlıcakla.