MEZAR TAŞLARINDA YENİ SİSTEM – 31 Ocak 2021

Fff

Büyük tartışmalara yol açan sosyal medya yasası 1 Ekim 2020 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasanın gündeme geldiği günlerde her zaman olduğu gibi, yasanın ne olduğu, neyi kapsadığına veya ne için böyle bir adım atıldığının dışında her şey konuşuldu. Muhalefet edildi. “Özgürlüklerimiz kısıtlanıyor, gençler susturuluyor, fikir özgürlüğüne darbedir bu…” naralarıyla kıyamet koparıldı. Peki, neydi bu yasa? Niçin getirildi ve bundan sonra ne olacak kısmıyla hiç kimse ilgilenmedi.

Goy goy döndü sadece. Meral Akşener çıktı, “Dark’ın son sezonunu bitirmeden Netflix kapanırsa gücenirim.” diye Tayyip Erdoğan’ı da etiketleyerek tweet paylaştı. Kemal Kılıçdaroğlu tam ortadan girdi konuya, “Aman Meral Hanım hırsından spoiler verir.” diye yazdı. Tabii yine her zamanki gibi ne güldürdü ne de düşündürdü. Sonra Pervin Buldan girdi, “Biz de La casa de Papel’in son sezonunu bekliyorduk.” diye böyle üzgün emojili bir ifadeyle bu konuya dâhil oldu. Sanatçılar, yazarlar, çizerler… Ardından, derin bir sessizlik. Sonra Süleyman Soylu girdi konuya, Dağ 2 filminden bir replikle vurdu ve pozisyonu gole çevirdi. Kahramanlar sonradan çıkarlar ya sahneye… Recep Tayyip Erdoğan da en sonunda girdi devreye; “Onlar dizi izleyip film çeviredursun, biz hizmet edip tarih yazmaya devam edeceğiz.” dedi ve fileleri hakikaten böyle darmaduman etti. Hani derler ya doksana taktı diye…

Ama buradaki asıl mesele ne bu platformların kapanması ne sosyal medyanın ortadan kalkması ne de kişisel özgürlük alanlarımızın kısıtlanması falan değil. Sosyal ağ sağlayıcıları yani Twitter, Facebook, Instagram, YouTube, Netflix gibi ticari firmalara Türkiye’de temsilcilik açma zorunluluğu getiren ve buna göre de temsilcilik açmayan sağlayıcılara kademeli olarak yaptırım uygulanma yasasıydı. Nitekim bu platformlar da birer birer Türkiye’de temsilcilik açacaklarını bildirdi ve eksik kalanlar da bildirmeye devam ediyorlar.

Özetle çıkarılan yasanın temeli şuydu:

Türkiye her isteyenin, her istediği gibi at koşturacağı bir ülke değil. Türkiye devlet olarak kendi kanunları, kendi kuralları olan bir ülke ve eğer bu topraklarda birileri iş yapmak istiyorsa bu ülkenin değerleri ve kanunlarına göre hareket edecek ve bu ülkeye karşı hem ahlaki hem siyasi hem de ticari olarak hesap verebilir olacak. Bütün mesele bundan ibaret.

Gelgelelim bugüne; sosyal medyada ve TV’lerde mutlaka görmüşsünüzdür. Genç bir fenomen arkadaşımız Bağcılar’da bir sosyal deney yapıyor, YouTube kanalına içerik çekiyor. Bizim milletin hassas noktasının ‘’duygu ve merhamet’’ olduğunu belli ki doğru tespit etmiş bu kardeşimiz. “Bağcılar’da su satan çocuk” diye başlık atıyor videosuna. Fenomen arkadaşımız sözde su ve mendil satan çocuğun yanına yaklaşıyor, çocuğu konuşturuyor. Çocuk babasının pandemi nedeniyle işten atıldığını, paralarının da olmadığını ve günlük su, mendil satarak ailesini ayakta tutmaya çalıştığını söylüyor. Sonra bu YouTuber kardeşimiz, “açım” diyor, “paraya ihtiyacım var” diyor ve su satarak ailesinin geçimini sağlamaya çalışan o çocukta günün kazancını çıkarıp yani 10 lirayı, ondan “açım”” diye para isteyen kişiye veriyor.

Hikâye tam bizlik. Parçalanıyoruz izlerken. Yüreğimiz dağlanıyor. Koca dünyayı o küçücük kalbine nasıl sığdırmış bu evlat diye gözyaşı döküyoruz peşine. Kırılıyoruz ağlamaktan. Video elden ele, elden ele paylaşılıyor. Yetmiyor, trendlere giriyor; yetmiyor, ana haber bültenlerine taşınıyor; yetmiyor, WhatsApp gruplarından herkes birbirine gönderiyor.

Hoop ertesi gün, patlıyor iş. Mendil satan çocuk olarak gösterilen 12 yaşındaki o Murat Berk’in annesi çocuğuyla eğlenceli bir video çekeceklerini söylediklerini, bunu yapan fenomenlerin diğer çocuklarının arkadaşı olduğunu söylüyor. Suç duyurusunda bulunuluyor ve bu sömürüyü yapan fenomen kişi ile alakalı da yargı süreci başlatılıyor. Çocuk yalan, içerik yalan, çeken de yalan. He yok yok, burada bitmiyor olay. Bu fenomen kardeşimiz de tüm bu olayların üzerine tekrar bir canlı yayın yapıyor sosyal medya hesaplarından ve aynen şunları söylüyor:

Polisler kapıda, beni almaya geldiler. Kimseden korkum yok. Muhtemelen tutuklanacağım. Şimdi gidiyorum ama son şarkımı hala dinlemediyseniz sayfayı yukarı kaydırın diyor.

Gerçekten mi diye şu an bir durdunuz değil mi veya hakikaten oldu mu böyle bir şey diye düşünüyorsanız; evet, hepsi oldu bunların ve hepsi yaşandı bunların.

Arkadaşlar nereye gidiyoruz, ne oluyor bize, çoluğumuza çocuğumuza neler yapılıyor, neler yaptırılıyor?

Evet, gündeme geldi bu sözde sosyal deney. Evet, etkileşim de aldı. Yüz binlerce tıklandı, izlendi. Evet, Türkiye’yi ağlatan video diye elden ele de dolaştı.

Fenomen kardeşimiz bu içeriği ile istediği yere belki de ulaştı. Belki de üç beş kuruş para da kazandı YouTube’tan ama bir şeyi kaçırıyoruz artık:

Bu ve benzeri sahtekârlıkların bizde bıraktığı enkaz her geçen gün öyle derinleşiyor ki, bir hikâye var; çölde aç susuz ölmek üzere olan bir adama devesiyle çölde seyahat eden yaşlı bir adam yardım ediyor. Yemek veriyor, su veriyor ve adam gücünü toplayınca kendisine yardım eden yaşlıyı darp ediyor, devesini gasp edip yaşlı adamı da çölde ölüme terk edip tam kaçarken yaşlı adam arkasından sesleniyor o hırsızın, “Bu bana yaptıklarını hiç kimseye anlatma lütfen. Anlatma ki, insanlar yardıma muhtaç olanlara yardım etmekten vazgeçmesinler.” diyor. Evet, sosyal medyada bu üçkâğıt kurguları görenler aynı o çöldeki hikâye misali, bir daha hiç kimse çölde gerçekten susayan birine Allah rızası için bile su vermeyecek.

SMA hastası çocuklarımız için de aynısı yapılmadı mı? Kadına şiddet naraları atanların, aslında dertlerinin kadın veya çocuk değil de siyasi propaganda olduğunu görmedik mi?

Sosyal medya yasasının gelmesini giydiği mini eteğe, yazacağı o 140 karakterlik boş manifestolara, Twitter’da, Instagram’da, TikTok’ta o atomu parçalayan fikirlerine engel olarak gören sığ düşünceli kimseler varsa baksın bu manzaraya. Bir oturup sorgulasın tüm bu yaşananları. Ben kendim mesela, bu olaya dönüp baktığımda şu çıkarımları yapabildim:

Merhametten yana, insanlıktan yana, şahsiyetten yana ne varsa tükettik ve tükendik. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Hepimiz buna çokça alıştık.

Ha bu arada bu videonun içeriğini araştırıp hazırlarken yeni bir haber aldım. Artık mezar taşlarına QR kod sistemi getirilmiş. Ölen kişinin videolarını, fotoğraflarını ve ona yazılan şiirleri o QR kod aracılığıyla hızlıca ulaşabilir ve görebilirsiniz yani mezar taşlarına bile “yukarı kaydır, linki ekledim” güncellemesi gelmiş.

Vatana, millete hayırlı olsun. Gözümüz aydın olsun dostlar.

Şimdi asıl soru şu:

Özgür olacağız diye, teknolojiye ayak uyduracağız diye yapmadığımız başka ne kaldı?

Kalın sağlıcakla.