TAKSİM CAMİ BİR DEVRİMDİR! – 28 Mayıs 2021

Sdddf

Bizim inancımıza göre Müslümanların ibadetlerini böyle rahat bir şekilde yerine getirebilmesi için mescit ya da cami yaptırmanın sevabı çok büyüktür.

Nitekim Hz. Peygamberimiz, “Her kim Allah rızası için bir mescit bina eder, Allah da ona cennette onun gibi bir köşk bina eder.” demişti yani bu hadis-i şerifiyle dünyada cami yaptırmanın cennette bir köşk kazandıracağını müjdelemişti bize.

Kur’an-ı Kerim’de de Tevbe suresinin 18. ayetinde, “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazını dosdoğru kılan, zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.” diyor Allah yani bu ayetle de eğer imkanımız varsa cami yaptırmamızın üzerimize bir vazife olduğunu emreder Allah.

Allah’ın ayetlerini ve Peygamberimizin hadislerini kendisine rehber edinen ecdadımız gittikleri, ulaştıkları, fethettikleri her yere Allah’ın evlerini inşa ederek İslam’ın mührünü o beldelere vurmuşlardır.

Cami bir nişandır,bir belgedir yani bu şehrin, bu ülkenin, bu köyün, bu kasabanın bir Müslüman beldesi olduğunun emaresidir, kanıtıdır.

Bizim medeniyetimiz olan yani Türk İslam medeniyeti için camiler, dini ibadetlerin yapıldığı bir yerin yanı sıra sosyal, siyasal ve kültürel hizmetlerin de merkezi konumundadır. Camilerimizin avlularında veya çevresinde bulunan o çay ocaklarının, o kitapçıların, o imarethanelerin fazla olmasının da temel sebebi budur. Namaz sonrası bir bardak çay eşliğinde o cami avlusunda yapılan sohbetlerin verdiği tadı başka bir yerde bulabilir misiniz? Yok. Bütün Müslümanlar için camiler ve o camilerin önleri buluşma noktalarıdır.

Anadolu’da bir araziye önce bir cami yapılır, sonra onun yanına bir okul, sonra sağlık ocağı, sonra idari bina yapılır, ardından da evler ve iş yerleri o caminin etrafına kurula kurula genişler; köy, ilçe veyahutta da şehir olur.

Namaz için de camilere toplanırız ama böyle olağanüstü bir durum olduğunda veya herhangi bir duyuru olacağı zaman, toplu halde bir şeyler konuşulup da karar verileceği zaman bunun için de adres yine camidir veya caminin önüdür yani meydandır.

İstiklal mücadelesinde askerlerin merkezi toplanma yerleri camilerdi, camilerin önüydü yani. Asker burada toplanır, silah burada toplanır, yardımlar burada toplanırdı. Eğer bir mektup gelirse cepheden işte o cami önünde isim isim okunup dağıtılırdı o mektuplar. En son 15 Temmuz’da da halkı sokağa çağıran, milletin toplanmasında önemli bir katkı sağlayan yine camilerimizdi ve o cami minarelerinden okunan selalardı. Çünkü camiler ve minareler insanları felaha yani kurtuluşa davet eder, biliriz.

Bunun yanı sıra böyle devasa çınar ağaçları vardır cami önlerinde, altlarında toplanıp muhabbet edilir, serin serin oturulup nefes alınır orada. Birde Anadolu’da adres tarif edilirken merkez olarak hep cami alınır ve ona göre tarif yapılır, “Şu camiyi görüyor musun? Bak o caminin arkasında. Şimdi bak şuradaki camiye sırtını ver, oradan hemen sol taraftan aşağı.” Böyle böyle tarif edilir adresler yani cami bizim için hem şehircilik anlayışımızda hem de gönül dünyamızda merkezdir.

O yüzden az biraz maddi imkâna kavuşan Müslümanların ilk yaptırmak istediği şey de camidir. Memleketin dört bir yanında, kasabalarda, köylerde hayırseverlerin yaptırdığı küçüklü-büyüklü camilere, mescitlere rastlarız. Hepsinin de ayrı ayrı mimari özellikleri vardır. Bunun yanında da ayrı ayrı da hikayeleri vardır bu camilerin. Mesela İstanbul’da bir cami var ki hikâyesi efsanedir.

Adamın biri bir cami yaptırmaya karar verir ama yeteri kadar da parası yokmuş. Oturmuş, düşünmüş ve karar vermiş, her gün böyle günlük iaşesi kadar yani günlük masrafı kadar olan parayı bir kenara atıyormuş; psikolojik olarak da eğer canı bir şey çekerse, “Ya sanki aldım, yedim onu varsayayım” diyormuş kendi kendine. Aylar, yıllar geçmiş ve yeterli para birikince de bu adam Fatih’te Zeyrek Mahallesinde bir cami yaptırmış. Adı da ne biliyor musun caminin? Sankiyedim Camii.

Böyle böyle nice hikâyeleri vardır camilerimizin.

Allah’ın evleri olarak gördüğümüz, en küçüğünden en büyüğüne kadar dünyanın dört bir yanındaki camilerin hepsi bizim için çok kutsaldır, çok değerlidir ve çok kıymetlidir. Ancak bu camilerin içerisinde öyle camiler vardır ki onlar bizim için bambaşka bir anlama, bambaşka bir manaya sahiptir.

İnşaatında bizzat Peygamberimizin çalıştığı, İslam’ın da ilk mescidi olan Medine’deki Kuba Mescidi, hani dünya bir tarafa Kuba Mescidi bir tarafa… Allah Resulü çalışmış inşaatında.

Yine Medine’de Hicret’ten sonra inşa edilen ve içerisinde de Peygamber Efendimizin kabrinin yer aldığı Mescid-i Nebevi. Kıymet biçebilir misin, bir şeye benzetebilir misin, bir şeyle eş tutabilir misin?

Kudüs, ilk kıblemiz olan o Mescid-i Aksa’yı hep ayrı bir yerde tutarız biz.

Ülkemize bakıyorsun; Bursa’da Ulu Camii, Edirne’deki Selimiye Camii, İstanbul’daki Süleymaniye ve diğer tarafta Sultanahmet camileri…

Hepsinin mimarisi, estetiği, büyüklüğü, o tarihe ayna tutuşu akla ziyan bir mutluluktur, zenginliktir ve yaklaşık 90 yıl sonra zincirlerini kırarak özgürlüğüne kavuşan Ayasofya Camii… Hakk’ın batıla galebe çalmasının yani İslam’ın Hristiyanlığı yendiğinin bir kanıtı olan Ayasofya. Hem İslam medeniyetinin ulaştığı seviyeyi göstermesi hem de ecdadımızın bize mirası olması açısından çok kıymetlidir bu eserler.

Yine yakın zamanda yapılan büyük camilerimizden bir tanesi, Çamlıca Camii. Şöyle bir Avrupa Yakası’ndan bakınca İstanbul’un Anadolu Yakası’na, böyle bayrak gibi dalganıyor Camlıca semalarında yani bakana, görene, herkese bir şeyler söylüyor Büyük Çamlıca Camii.

İşte şimdi bu camilerin arasına yeni bir cami daha ekleniyor.

Geçmişi taa Adnan Menderes dönemine kadar uzanan bir hayal, bir hedef gerçek oluyor nihayet.

Bugün ki Gezi Parkı’nın olduğu yerde daha önceden Taksim Topçu Kışlası vardı 1930’larda, 1940’larda ve Taksim Meydanı’nın da tek camisi bu kışlanın içindeydi. İsmet İnönü tarafından topçu kışlası yıkılınca camide yıkıldı ve Taksim Meydanı o gün bugündür camisiz kaldı.

1956 yılında Beyoğlu’nda bir cami yapılması amacıyla kurulan dernekle başladı bu hikâye aslında. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın kararlılığıyla da 2021 yılında mutlu sonla bitti.

Bu sürecin içerisinde nice isimsiz kahramanlar bu camiyi yaptırmak için gece gündüz uğraştılar. Mahkemelere gittiler, imar planlarıyla uğraştılar, Vakıflar Genel Müdürlüğünde binlerce kayıtı, belgeyi incelediler. Heee kimdi bu isimler? Valla çok bilmiyorum, baktım ama hepsinin isimlerine de ulaşamadım. Daha çok bu işin siyasi mücadelesini veren adamların isimlerine rastladım. Beyoğlu’nda belediye başkanlığı yapmış Nusret Bayraktar, yine rahmetli Kadir Topbaş, Ahmet Misbah Demircan ve özellikle de büyük şehir belediye başkanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan çok emek vermişti bu caminin yapılması için ama dedim ya nice isimsiz kahramanlar da uğraştı tabii.

Bazen önemli bir görevi yerine getirmek önemli bir kişi olmaktan daha değerlidir. Onun için önemli ve kıymetli bu görevi yerine getirenlere teşekkür ediyoruz ve her daim de dua ediyoruz.

Yani dostlar nihayet İstanbul’un en meşhur ve en sembolik meydanı, namına yaraşır bir camiye sahip oldu, elhamdülillah.

30 bin gayrimüslimin yaşadığı İstanbul’da sadece Taksim’de 14 tane kilise ve 1 tane de havra var ama gün içinde milyonlarca Müslümanın uğrak yeri olan Taksim Meydanı’na bir camiyi çok gördüler hem de yıllarca. Namazını kılmak isteyenler, küçük bir cami ile derme çatma bir mescit arasına mahkûm edildi. Çünkü dert başkaydı.

Osmanlı döneminde ağırlıklı olarak gayrimüslimlerin yaşadığı Beyoğlu bölgesi, cumhuriyetin ilanından sonra dahi Batı ülkeleri için Hristiyanlığın bir sembolü, adeta bir kalesi olarak görülmeye devam etti. O yüzden Beyoğlu’nun tam göbeğine yani Taksim Meydanı’na bir cami yapılması o kalenin kaybedilmesi anlamına geliyordu.

1950’lerden itibaren kim, ne zaman böyle bir hamle de bulunsa başına gelmedik iş kalmadı. Hani Ahmet Şık’ın zamanında FETÖ için kullandığı bir ifade vardı ya ,“Dokunan yanar!”diye, işte Taksim’e cami yapma meselesi tam da böyleydi.

Hangi siyasetçi, hangi iş adamı, hangi yazar, akademisyen veyahutta da hangi kanaat önderi bunu dillendirirse yakıyordu onu adeta.

1960 yılında başlayan o darbeler silsilesinin hepsinin öncesine bir bakın. Hepsinde Taksim’e cami yapılması tartışılan en önemli konular arasında yer alıyordu. 28 Şubat sonrasında Refah Partisi kapatılırken de dillendirilen bir suçtu, “İşte bunlar Taksim’e camii yapacaklar.” Suça bak, suça bak! Hani diyor ya üstat Necip Fazıl, “Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya.” diye, aynen öyle. Sanki bu memleket bir Müslüman memleketi değil, sanki bu millet camileri için, ezanları, Kur’anları, bayrakları için vermemişti istiklal mücadelesini… Batı’ya hoş görünmekti birilerinin amacı hep.

Neyse dedim ya, Taksim’e cami yapmak bir hayaldi ve bir nasip işiydi ama nasip de, hayal de gayrete aşıktı. Gayret etmek ve mücadele etmek gerekiyordu.

En büyük kararlığı gösteren ve bu hedefi de gerçekleştiren Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın taa o İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemden bugüne kadar yaşadıklarını, mücadelesini unutmak mümkün müdür? Bir hatırlayın.

Şiir okuduğu için hapse mi atılmadı, siyaseten yasaklı hale mi gelmedi, darbeciler muhtıra ile mi tehdit etmedi, kurduğu partiye kapatma davası mı açılmadı, Gezi Parkı bahane edilerek bir iç savaşa mı kalkışılmadı, 17-25 Aralık operasyonları gibi böyle çeşitli kılıflara bürünmüş darbe girişimlerine mi maruz kalmadı ve en sonunda da 15 Temmuz gecesi gibi büyük bir ihanetle mi karşı karşıya kalmadı?

Yani dostlar bu dünyada bir siyasetçinin başına gelebilecek her ne varsa hatta daha da fazlasıyla bile karşı karşıya kaldı Recep Tayyip Erdoğan ama hepsinin de üstesinden alnı ak, başı dik bir şekilde çıkmasını da bildi ve bu mücadelenin sonucunda da geçmişte birçok devlet adamının hayali olan ancak gerçekleşmesine müsaade edilmeyen Taksim Camii’ni yapma şerefi de yine Recep Tayyip Erdoğan’a nasip oldu.

Taksim’e cami yapmak bir ihtiyaç olmasının yanı sıra bir simge ve güç gösterisidir aynı zamanda. 80 yıllık verilen bir mücadelenin kupasıdır.

Taksim Camii, geçen yıl ibadete yeniden açılan Ayasofya ve Kariye camileriyle başlayan ve yıllarca bizi tahakküm altında tutmaya çalışan Batı’ya bir meydan okumadır ve yine bu Taksim Camii yıllarca milletimizin inancı ile problemi olan o vesayetçi, o yasakçı zihniyetin böğrüne dikilen bir incir ağacıdır.

Taksim Camii bir devrin kapanıp büyük ve güçlü Türkiye devrinin başlamasının nişanıdır.

Taksim’de yapılan bu camiye karşı olan ABD, Avrupa Birliği, Ortodoks camiası, Vatikan ve Yunanistan’a “Bu ülke bizimdir ve bu ülkenin her bir karış toprağında da tek söz sahibi yine biziz.” demenin bir mesajıdır Taksim Camii.

Bizleri Ayasofya’da yeniden secde etme şerefine ulaştıran Rabbim, Taksim’de de İslam’ın nişanesi olan o ihtişamlı minareleri ve o kubbeleri görmeyi de nasip etti bize. Onun için ne kadar şükretsek azdır.

Taksim Camii, en kısa tarifle  bir devrimdir ve bu camiyi yaptıran da bugünün en büyük, en büyük devrimcisidir.

Evet dostlar, bir filozofun da söylediği gibi, “Hayal, kurtuluş vaadeden bir cennet gibidir.”

Nefessiz bırakılmaya ve yok edilmeye tabi tutulan bu memleketin imanlı evlatları Taksim Camii’ni yapmaktan ve yaptırma hayalinden hiç vazgeçmedi ve bugün o hayal gerçek oldu. Bu ülkedeki bütün Müslümanlar da o cennete, o nimete kavuştu bugün.

Taksim Camii, Türkiye’ye ve İslam âlemine hayırlı olsun, uğurlu olsun, mübarek olsun.

Kalın sağlıcakla.