YURTDIŞINDA YAŞAYAN TÜRKLERİN İSTEDİĞİ 3 ŞEY – 23 HAZİRAN 2021

23 Hazi̇ran2 Copy 2

Bir hafta 10 gün önce gurbette yaşayan dostlarımız için bir video hazırlamıştık, bir çağrı videosu yani. Pandemi salgınından sonra Türkiye’nin ekonomik olarak yeniden ayağa kalkabilmesi için desteğe ihtiyaç var demiştik. Gurbette olan Türkiye’nin evlatlarını da bu yıl ne yapın edin tatile ülkenize gelin diye özel olarak davet etmiştik. Yurt dışında yaşayan birçok tanıdığım arkadaşım, işte eşim dostum arayıp hem teşekkür etti hem de duygularını, hislerini paylaştı benimle, dertleştik de denebilir. :))

Korona salgını başladığı günden itibaren o gurbette olan vatandaşlarımıza dönük özel içerikler hazırlamaya, onlara moral vermeye, onların derdini, isteklerini yetkililere duyurmaya gayret ettik.

Geçen yaz işte, “Gurbetçiler gelmesin, korona var! Otursunlar oturdukları yerde, zaten tuzları kuru.” diye böyle klavye başından gurbetçilere racon kesen bazı arkadaşlarımızın yapmış olduğu o hadsizliğe de özür diledik videolarla. Yanında gurbetçi kardeşlerimize kendilerinin değerli olduklarını, kendilerinin de bu vatanın sahibi olduklarını, onların da en az burada yaşayanlar kadar toraklarımızda hak sahibi olduklarını hatırlattığımız bir içerik hazırlamıştık. Elden ele paylaşıldı.

Tabii birileri rahat rahat gönül kırabiliyor, birilerinin maalesef dilinin ayarı yok. Eee o zaman da gönül alma işini de birilerinin üstlenmesi lazım. Aslında yapmaya çalıştığımız şey oydu. Gurbetteki dostlarımızın varlığının altını çizmiştik. Bu toprakların evlatları çoluk çocuğunun rızkını helalinden kazanabilmek için adeta çil yavrusu gibi dünyanın dört bir tarafına dağılmış olduklarını, arada onları hatırlamanın onlar için ne anlama geldiğini hatırlattık o videolarla. Neyse, yıllardır devam eden bir meselenin aslında herkes tarafından bilinen kısımlarını belki de yüksek sesle söyleyen biri olduğumuz için bu içeriğimiz bu kadar ses getirmişti. Bilmiyorum.

Gelin dedik dostlara hatta bir kardeş samimiyetiyle izin paralarınızı koyun cebinize ve gelin memleketinize dedik. Bunu söylerken de utanmadık, sıkılmadık, yüzümüz kızarmadı. Çünkü insan kardeşiyle konuşurken rahat olurmuş ya, onun için biz de rahattık.

Bu son yaptığımız videonun altında binlerce yorum vardı. Tek tek okudum hepsini hatta okumadım, harf harf hissettim yazılanları yüreğimde. Başa döndüm, bir daha okudum.

83 yaşında bir amcamız yazmış, “Ulan delikanlı, bu yaşta ne hale soktun beni, ağlaya ağlaya izledim bu videoyu.” dedi.

Sonra bir başka genç kardeşimiz yazmış, “Ülkeye iner inmez o gümbür gümbür okunan ezanı, hatta 7-8 ayrı yerden bir anda okunan ezanları duyduğumda ki hislerimi hiç kimse anlayamaz.” diye.

Belçika’dan başka bir ablamız yazmış, “Bizi de hatırlayanlar var, şükürler olsun” diye. Ben de bunları okurken -yalan yok- burnumun direği sızlaya sızlaya ağladım. Hani gönülden yazılanlar gözle okunmazmış, yüreğim hem okudu hem de ağladı yazılanlara.

Yahu “Otobanda Türk tırlarının yanından geçerken onları durdurup lastiklerini öpesim geliyor.” diyor adam. Ötesi var mı ya? Bunu yaşayan bilir. Bana, bu memlekette yaşayanlara, gurbetin soğuk yüzünü görmemiş olanlara istediğin kadar anlat bu durumu, ne kadar anlayacağız ki he? Anlayamayız da. Hani diyorlar ya, yaşayan bilir diye, anlayamayız da.

“Biz gurbetçilerin yüzde doksanı ölüm sigortası yaptırırız. Sen hiç hayattayken cenaze töreninin ayarlamasını yaptın mı, taksit taksit cenaze parası ödedin mi?” Öyle yazmış biri. O çalışmanın ne olduğunu, niçin yapıldığını çok iyi bildiğimden böyle okuyunca dakikalarca sustum. Sadece sustum ve hayal ettim.

Evet, bizim memlekette millet ev almak için, araba almak için, bazen de tatile gitmek için kredi çeker, geri döndüğünde de taksit taksit onu öder ama ölüm için bir ödeme yapmayız, bir organizasyona girmeyiz yani. “Ortada kalmayız ya, birisi kaldırır herhalde cenazemizi.” hep öyle söyleriz, “Olmadı, belediye ne iş yapıyor? Gelsin kaldırsın cenazemizi” değil mi?

Türkiye’de yaşayan birçok kişi cenaze fonunun ne demek olduğunu bilmiyor. Anlatayım size.

Avrupa’da yaşayan bütün aileler DITIB diye bir kuruluş var, onun cenaze fonu diye de bir hizmeti var, oraya belli ücret ödüyor her sene. Eğer ölüm falan olursa ailede, bütün organizasyonu yani cenazenin Türkiye’ye getirilmesini falan ayarlıyor. Öyle bir hizmet bu, yani gurbette ölüm bile paralı. Diyor ki gurbetçiler, “Biz ömrümüzün sonunda memleketimize uçakta oturarak olmasa da altında tabutla gelebilmek için ölüm sigortası yaptırıyoruz. Yarın gurbette vefat edersek kimse ilgilenmese de bizimle, bu ölüm sigortası bizi memleket toprağına, ana baba toprağına götürecek.” Onu biliyor, onu garanti altına alıyor, onun için böyle bir organizasyona giriyor.

Bir başkası da demiş ki, “Gün sayıyoruz, ağlamak için gün sayıyoruz abi.” yazmış birisi. “Kapıkule’den girerken heyecandan, çıkarken de özlemden ağlıyoruz.” diyor.

“Gurbette balya balya euro kazanıyor ama bak yine de ağlıyormuş.” diyor birileri tabii, değil mi? Ne diyeceksin ki? Bilmiyor, bilemez de; anlamıyor, anlayamaz da.

Şimdi dedim ya videonun altındaki yorumları tek tek okudum diye. Bir de sadece videonun yayınlandığı gün değil he, her gün okuyorum hani yeni bir şeyler var mı diye. Okudukça ben de çok iyi hissediyorum kendimi çünkü.

Bu güçlü bağın halen daha yaşadığını gördükçe seviniyorum. Kim altını böyle ne kadar kazırsa kazısın, bizim aramızdaki o yıkılmayan köprülerin sağlamlığını fark ettikçe daha da güçleniyorum. Kalpten kalbe bir yol var diyor ya Neşet baba, işte o yolda yürümeye çalışıyorum. Belki de bu dönem de en çok ihtiyacımız olan kardeşlik ipine sımsıkı sarılmak istiyorum.

Yalnız bugün konuşacağımız birkaç tane mesele var. O gurbetteki kardeşlerimizin, düzelmesini istedikleri yani biraz da olsa iyileştirmek için birilerinin ön ayak olmasını istediği bazı şeyler. -Ben de öyle bir dedim ki hakikaten hani böyle kendim de merak ettim şimdi, hayırdır ne çıkacak bundan sonra falan diye. :)) –

Yok yok sakin olun, çok bir şey değil istedikleri. Üç şey istiyorlar bizden yani Türkiye’de yaşayan herkesten, hem yetkililerden hem de bizim bütün milletten.

1-Uçak biletlerindeki aşırı artıştan muzdaripler yani pahalı olmasından. Yabancılara tamam da, hani kendileri için yani gurbetçi Türkler için bir güzellik yapılmasını, böyle bir ayar çekilmesini talep ediyorlar.

2- Kapıkuledeki muameleden ve orada yaşadıkları sıkıntıların düzelmesini talep ediyorlar yani aşırı yoğunluktan kaynaklı aksamaların, işte kuyrukların, kontrollerin düzenlenmesini, hiç olmazsa az da olsa böyle bir şartların, ekstra bir şekilde gözden geçirilmesini istiyorlar.

Ve 3. olarak bakın ne diyorlar biliyor musunuz?

Biz zaten ülkemize katkı olsun diye, dışarıda kazandığımızı yine kendi insanımıza, kendi vatanımıza kalsın diye Türkiye’ye getiriyoruz ve lütfen kendi vatandaşlarımız bizi kandırmaya çalışmasın, bizi sömürmeye kalkmasın diyorlar yani esnaflar az insaflı olsunlar, bize böyle yabancı gibi yaklaşmasınlar diyorlar.

Şimdi bunları dile getirirken derdimiz hiç kimseyi töhmet altına sokmak falan değil veyahutta da yeni bir tartışma açmak değil. Sadece bir tespit. Keşke hiç bunlar olmasa da biz de bunları hiç konuşmasak ama maalesef var. Onun için konuşa konuşa kaldıracağız ortadan bütün sıkıntıları, çözümler üreteceğiz.

Şimdi sesimiz yeter mi, gücümüz yeter mi bilmiyorum ama niyetimiz yeter, onda eminim. Biraz sesimizi yükseltelim, biraz feryat edelim. Bakarsın belki birileri duyar ve problemleri kaldırır ortadan. Biz de böyle bir güzelliğe aracı olmuş oluruz değil mi?

Gurbetteki kardeşlerimiz, uçağa bindiklerinde yani Türk Hava Yollarındaki o kabin memurlarının kendilerine Türkçe bir şekilde, “Hoş geldiniz” demesiyle bile kalplerinin hızlı hızlı çarptığını söylüyorlar. Kendi bayrağının asılı olduğu uçağa bindiklerinde, kendilerini daha da güvende hissettiklerini, o uçak isimlerinde işte İstanbul’u, Eren Bülbül’ü, Sivas’ı, Yozgat’ı gördüklerinde nasıl mutlu olduklarını söylüyorlar. Türk Hava Yolları da evet, zorlu bir süreçten çıktı. Tüm dünya uçuşlarının durdurulması şirket olarak markayı çok zor duruma düşürdü, biliyoruz ama en azından bu yıl, en azından bu yaz, gurbetten gelecek ailelere yani gurbetteki kardeşlerimize, gurbette vatanına kavuşmak için şafak sayanlara bir paket hazırlansa, ne kadar mümkündür bilmiyorum. Özel tarifelerle gurbetçi dostlarımıza kendilerini özel hissettirecek yani, “Sen turist değilsin, sen bu evin çocuğusun, bu evin ferdisin sen.” dedirtecek küçük de olsa bir iyileştirme yapılsa. Valla Türk Hava Yolları böyle bir şey yapsa var ya, reklamın kralı olur. Sonra dalga dalga yayılsa bu haber, işte Türkler yine yaptı yapacağını diye böyle manşetler atılsa… Efsane olmaz mı? He?

Bakanlarımız bu süreçte birçok ülkenin dış işleriyle yakın temaslarda bulundu. Böyle karşılıklı uçuşların açılması, işte turist trafiğindeki aksamaların giderilmesi için çok önemli adımlar atıldı. Elbette turizm ülkesi olan Türkiye için çok önemli hamlelerdi bunlar. Yalnız Alman’ın, İngiliz’in, Rus’un, İspanyol’un getirdiği euro da, dolar da bizimkilerin yani gurbetteki Türklerin getirdiği ne? O para değil mi, he? Tekrar söylüyorum, bunu bir sitem ya da başka bir şey için demiyorum he! Bizimkilerin de gelmesini kolaylaştıracak iyileştirmeler için, böyle adımların atılması gerektiği için söylüyorum. Şekli nasıl olur bilmiyorum. Bir aile paketi mi yapılır, işte gidiş-dönüş şartlı bir kampanya mı yapılır ya da ödeme veya taksitlendirme konusunda farklı bir yöntem mi denenir bilmiyorum ama gerçekten bu sene onların bu özlemi, bu hasreti gidermeye çok ama çok ihtiyaçları var. Bu sene o Türk filmlerinde gördüğümüz toprağı öpme sahnesi var ya, heh işte bu sene o sahneyi gerçekten yaşamayı iple çeken on binlerce vatandaşımız var gurbetten gelecek.

Bayramlarını 5 yıldızlı otellerde yapanlar değil, köyünde lüksü yaşayanların bu düzenlemeye ihtiyacı var. Bugün her şey dâhil otellerde rezervasyon yapan turistler otel dışına adım atıyor mu? Yok. Dışarıya, çarşıya, pazara hiç uğruyor mu bir sorun. O da yok, uçaktan sonraki transferini bile her şey dâhil paketine ekletip o şekilde tatilini yapıyorlar. Eyvallah, işte bu önemsiz de diğeri önemli falan gibi bir kıyaslama yapmak değil amacım ama bir de bizimkilere bakın ya. Arabası yoksa gelir arabayı kiralar, uğrar benzinini alır, uğrar köydeki evin alışverişini baştan sona yapar, durmaz bir mangal yakar, yetmez akşama karpuz keser, o da kesmez bir kaplıcaya uğrar, sonra döner evine, köydeki evin boyasını badanasını yaptırır, köyün camine, okuluna bir yardım yapar, döner çatıda bir akan damı tamir ettirir, mezarlıklarını elden geçirir, çoluk çocuğun cebine harçlığını koyar, ihtiyaç sahibi tanıdığı varsa bakkaldaki, marketteki borçlarını sildirir.

“Hadi canım, yok daha neler!” diyebilirsiniz. Onlarca hikâye anlatırım size böyle, gözlerimle şahit olduğum hikâyeler hem de. Sadece Allah rızası için, hiçbir karşılık beklemeden ve sadece vefa duygusuyla bir şeyler yaptıklarında bir gidin sorun onlara. Bunu yaptıklarındaki o hazzı, o mutluluğu, o ülkesi için bir şey yapmış olmanın sevincini, keyfini sorun, anlatsınlar size.

Belki sesimiz yeter, belki bu videoyla daha da kalabalık olur sesimiz, niyetimiz akar yolunu bulur da Türk Hava Yollarının yetkililerinden güzel bir haber gelir bu konuda. He? “Belki sadece bayramları gözetiriz, sadece tatil günleri için bir iyileştirme yapabiliriz.” diyebilirler. Değil mi?

Hadi Türk Hava Yolları, yapabilirsin bunu. Türk Hava Yollarının Genel Müdürü Sayın Bilal Ekşi, Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı duy sesimizi. -Ulan bir de Cumhurbaşkanımız çıkıp bir talimat veriyor mu? Yeminle söylüyorum gurbettekilerin gönlünü yeniden fetheder. Değil mi? –

Diğer bir konu.

Kapıkule Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapan gurbetçileri bu sene ne bileyim böyle bir değişik karşılayalım. Böyle baklavalarla, afişler asalım, bayrakları daha da gerelim. Onları böyle dört gözle beklediğimizi belli eden sözler yazalım pankartlara, sonra o pankartları asalım 3-5 kilometre boyunca. Memlekete girdiklerini hissettirelim onlara. Şöyle bir ohh desinler, sevinçten ağlasınlar bu sefer, mutluluk gözyaşları aksın yüzlerine de bu sefer. Ne olur ki?

Hasreti de özlemi de gurbeti de bir süre unutup, dibine kadar yaşasınlar bu kavuşma anını. Gurbetten yola girdikten sonra her bir kilometrede vatana yaklaşma heyecanını yaşayanlar bu mutluluğu bir ömür unutmasınlar. O belirsiz, o sıkıntılı günlerin ardından az bir şey de olsa soluklansınlar. Kendi vatanlarında, kendi bayrakları altında, ezan seslerinin gücüyle, rahatlasınlar. Öyle bir kucaklayalım ki onları, PCR kuyruklarındaki o sıralarda perişan olup, girişteki yoğunlukta ezilmesinler. Gurbetteki dostların yolculuğunu haber manşetleri çile diye değil, müjde diye versin. Müjdeler olsun beklediklerimiz geldi, işte yolunu gözlediklerimiz geldi, hasretiyle rüyalarımıza giren canlarımız geldi olsun manşetler.

Çok mu zor? Yook, hatta biraz baktım. YTB yani Yurt Dışı Akraba Toplulukları bu konuda çok güzel çalışmalar yapıyor. Sınır kapılarında karşılama, işte orada ekipler yardımcı oluyor gelene… Bunun gibi güzel hareketler yapıyorlar yani. Bir de bir uygulama yapılmış. Baz baktım ona, çok da beğendim. Gurbetçilerimiz yola girdiği andan itibaren “Memleket Yolu” diye bir uygulamayı indiriyorlar telefonlarına; işte orada rotalar var, bilgi var, belge var, destek gibi hizmetler veriliyormuş. Bunun gibi küçük dokunuşlar yapılmasını istiyor aslında gurbetçilerimiz. Biz isteyelim abi; isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü… Öyle. :))

Şimdi gelelim diğerine. Neydi o?

Gurbetçiler diyor ki, “Ya kurban olayım memlekete geldiğimizde bizi sömürmeye, işte bizi kandırmaya, bu evin danasıdır, bunu iyice böyle bir sağalım moduyla yaklaşmayın, bu tavırla karşılamayın bizi.” diyorlar.

Memlekete bir ay izne gelen gurbetçiler, zaten alın teriyle kazandıkları o parayı sene boyunca böyle avuçlarının içinde, yastığının altında sımsıkı tutuyorlar ki, o parayı getirip Türkiye’de harcayacaklar.

Zaten gurbetten gelen memleketin ekonomisine döviz bırakmaya, memleketinin esnafına katkı sağlamaya geliyor. Ne olur ki ya restoranlarda yemek yiyen gurbetçilerimize, “Tatlı da bizim ikramımızdır.” desek he? Ev kiralamalarında, “İşte bu gurbetçidir, bunun cebi para doludur.” diye düşünerek değil de, fiyatı hiç olmayacak şekilde yükseltmesek, geleni hoş karşılasak, Allahısmarladık diye yolcu etsek, öyle ayrılsak olmaz mı?

Hani Avrupa medeni, hani Avrupa işte son derece çağdaş, işte hak ve özgürlüklere saygılı ya… Yemeyin artık bu sözleri. Oralarda, hep başka gözle bakıyorlar bizimkilere. Saymıyorlar, içlerine almıyorlar, hep böyle “mış” gibi yapıyorlar, kendilerinden görmedikleri için gereken değeri hiçbir zaman göstermiyorlar ve göstermeyecekler de. İşte bu yüzden, ülkeye gelen can kardeşlerimize, gelen gurbet kuşlarına böyle yolunacak kaz diye yaklaşmayalım.

Ayrıca o ticaretten de ne bize hayır gelir ne de bir başkasına. Helal olmuyor o fazladan kazandığın para.

Bu arada biz hiç merak etmeyelim, endişelenmeyelim, korkmayalım. Onlar yani o gurbetteki kardeşlerimiz bu sene buraya nasıl geliyorlar biliyor musunuz?

-Yorumlardan çıkardığım- “Her ne olursa olsun, kim ne derse desin, biz her sene olduğu gibi yine bu yazda sıla yolundayız diyorlar! Hiçbir şey olmasa da hayat devam eder ama memleket, vatan olmazsa hiçbir şey olmaz. Çünkü biz Türk’üz.” diye düşünüyorlar. “Bir sene boyunca, bir çorap dahi almadım Almanya’dan!” diyerek geliyorlar. Öyle bekliyorlar zaten, burada senin benim kapımızı çalıp dükkânımıza uğramayı.

Bakın dostlar; sabah kuşlardan önce, sistemin kölesi olup işbaşı yapanların, ülkemize, vatanımıza, köyümüze, tabutlarımızda inşallah kuşlardan önce gider diye duacı olanlara, bir yabancı gibi yaklaşmayalım, öyle muamele etmeyelim.

Belki buradan baktığımızda, bizim için çok dramatik ya da acıtasyon olarak gelebilir böyle şeyler, biliyorum ama tahta bavulla gidip tahta tabutla dönen adamları üzmeyelim, küstürmeyelim onları, uzaklaştırmayalım onları kendimizden. Bedenen zaten uzaktayız, bari gönüllerde sarmaş dolaş olalım. Yeryüzünün hangi coğrafyasında olursa olsun vatanından kopup giden, bir ömür gurbet acısı çekenleri, sancı çekenleri, geldiklerinde bir aylığına da olsa onları mutlu edelim, mutlu uğurlayalım onları, yine kavuşacağımız günler için hasretle gün sayalım.

Şimdi bu aralar sosyal medya da bir yaygaradır gidiyor, birileri işte “Sabah ezanı evimizin içine okunuyor, bu korkunç bir rahatsızlık, kusura bakıyoruz.” diye şımarıklık peşinde koşuyor ya, sabahları o evin içinde ezanla uyanmayı hayal eden birilerine gidin söyleyin bakayım bunları, ezandan rahatsız oluyoruz diye. Sultanahmet’le Ayasofya’nın arasında sadece bir vakit ezanını duymak için kilometrelerce yol yapıp Türkiye’ye gelenlere gidin söyleyin bakayım onu. Yaşadıkları yerlerde ezan sesi olmadığı için yeni doğan bebeklerinin kulaklarına telefonlardan ezan sesi açıp dinletenlere gidin söyleyin bakayım bunu. “Bize Türkiye’ye gelmek farzdır bu sene, yağmur gibi, sicim sicim geliyoruz, o Ayasofya’nın tam ortasında secdeye kapanacağım, o mabedin önünde bir fotoğraf çektireceğim, Taksim Camii’nin önünden bir fotoğraf çektirip sosyal medya hesaplarımdan paylaşacağım” diyenlere gidip deyin bakayım bunu.

Kapıkulede’de Mehmetçik’ini görünce heyecandan konuşamayanlara gidip anlatın bakayım, “Devlet katilmişmişmişmiş de, işte Türkiye’deki dağların aslanı Mehmetçik değil de o bitli gerillalarmış.” Adamın alnını karışlarlar, hem de bakışlarla. Kapıkule’ye geldiği zaman çocuklarına işte bu bizim bayrağımız deyip kendilerini dünyanın en güçlü insanı hisseden anne babaya gidip deyin bakayım, “Bizim ülkemiz aslında özgür değilmiş, işte hiç de gelişmemiş, beş para da etmez bir devletimiz varmışmışmış.” Gidin söyleyin bakayım, bakın ne cevap alıyorsunuz…

Dünyanın en kötü hissi “aidiyet hissinden yoksunluktur.” İşte o aidiyet hissini yaşatmak için, o hissi çoluk çocuğuna da aşılamak için envaiçeşit gayret gösteren ve bu inançla da bir ömür geçirenlere gidip söyleyin bakayım bunları.

Yaşı kaç olursa olsun, bir gün kesin dönüş yapmak, kendi öz vatanında yaşamak için ömür eriten, mevsimler geçirenlere gidip deyin bakayım o can sıkan ideolojik saplantılarınızı.

Canlısına kavuşmayı geçtim, mezarda toprağın altındakilere kavuşmayı bekleyenlere gidip söyleyin bakayım bunları.

Ah ah, hani diyorlar ya birilerine rahatlık batıyor diye… Maalesef bize rahatlık batıyor. Neyse.

Aslında söyleyecek o kadar çok şey var ki ama “O cennet vatan bizim, o topraklar bizim, üstünde yaşamak kısmet olmazsa altında yatmayı ömrümüze ganimet biliriz.” diyenler için benim söyleyecek başka bir şeyim yok.

Ha bu arada bütün dostlardan bir şey rica ediyoruz. Gurbetten dostlarımız gelince lütfen onlarla siyaset konuşmayalım, partizanca muhabbetlere girmeyelim. Onlar buraya aileleriyle hemhâl olmaya geliyorlar, kucaklaşmaya geliyorlar. Sılayırahim için baba toprağına, ata toprağına geliyorlar. Lütfen o iç siyaset tartışmalarıyla muhabbete limon sıkmayalım. Olur mu?

Kalın sağlıcakla.