Herkes soruyor ya, “Deprem vergileri nerede?” diye, gerçekten de öyle. Nerede bu deprem vergileri, he? Bu deprem vergileri nerede? Dostlar, deprem vergilerinin nerede olduğuna ayrıntılı bir şekilde bakacağız ancak öncelikle ‘deprem vergisi’ diye bir vergi türünün olmadığının altını çizerek kavram karmaşasına bir son verelim. Herkesin her deprem sonrası ağzında sakız gibi çiğnediği deprem vergisi, aslında 1999 yılındaki deprem sonrası hayatımıza giren özel iletişim vergisidir. Dönemin Ecevit hükümeti, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999’daki depremlerinin ardından ortaya çıkan bütçe açığını kapatmak için bir takım ek vergilerin yanı sıra özel iletişim vergisi ve özel işlem vergisi adı altında yeni vergiler almaya başladı. Bu yasa çıkarken sadece 1 yıl alınacağı belirtilen bu vergiler, üst üste
Hani, “Mesele… o değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?” diye meşhur bir söz kalıbını Türkçemize kazandıran bir arkadaş vardı ya, hatırladınız mı? Uzun zamandır sesi soluğu çıkmıyordu, geçenlerde saklandığı delikten kafasını çıkarıp bir şeyler söylemiş yine. İtiraf etmiş desek daha doğru olur aslında. Mehmet Ali Alabora’dan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Hani en büyük şöhretini Gezi ihanetindeki başrolüyle kazanmış olan Türk oyuncu! Yoksa İngiliz mi desek? Bu konuya biraz sonra geleceğim. Önce Mehmet Ali Alabora kimdir, onu bir hatırlayalım. 1977 yılında oyuncu Betül Arım ve yine oyuncu olan Mustafa Alabora’nın oğlu olarak İstanbul’da dünyaya gelen Mehmet Ali Alabora’yı biz ilk olarak 1995-1997 yılları arasında ATV’de yayımlanan rahmetli Savaş Ay’ın sunduğu A Takımı programında
Bugün Mevlit Kandili. Yüzü suyu hürmetine âlemlerin yaratıldığı sevgilinin, Resulün, dünyayı şereflendirdiği gün bugün. Gülün yani Hz. Muhammed’in doğum günü tam da bugün. Bitmeyen doğum günü sürprizleri yok belki. Defalarca mum dikilmiş pastalarda dilekler de tutulmuyor belki. Görkemli dünyevi kutlamalarla da anılmıyor belki. Büyük hediye paketleri, kurdelesi geniş kutular, paha biçilemez armağanlar falan filan… Bunların da hiçbiri yok. Ama hepsinden öte bir şey var, hepsinden çok daha öte asıl paha biçilemeyen bir tek şey var: Ümmeti var Resulün; Hamza’sı var, Ebu Bekir’i var, Ayşe’si, Ömer’i, Hasan’ı, Hüseyin’i, Kasva’sı var o kutlu sevgilinin. Bugün Avrupa, Batı’nın o süslü rüyası, medeniyetin beşiği, özgürlükler ülkesi, renklerin kardeşliği, her fikre her görüşe saygılı aydın
Gün geçmiyor ki bu memleketin alnı secdeye değen kesiminden oy koparabilmek için aslını gizleyerek çeşitli rollere bürünen bir CHP’li, dine olan bakış açısını, milletin kutsal değerleriyle ilgili düşüncelerini yani aslında kafasının içindeki zihniyeti, bir şekilde ifşa etmesin. Bildiğiniz gibi Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP yönetimi, son yıllarda sağ seçmenden de oy alabilmek için çeşitli şirinliklere başvuruyor. Kendi seçmeniyle kazanma ihtimali olmayan yerlerde sağ kökenli isimleri devşirerek aday göstermekte en fazla kullandıkları yöntemlerden biri. Bunu da ilk olarak 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın karşısına eski İslam İşbirliği Teşkilatı Başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu koyarak denediler. Ekmek için Ekmeleddin ama olmadı. Daha sonra eski milli
Bu videoda, Cumhuriyet tarihi boyunca devletin çeşitli kurumlarına çöreklenmiş, varlığını milletten toplanan vergilerden ödenen maaşa borçlu olmasına rağmen aynı milletin seçtiği siyasetçilere tepeden bakan, onlara hakaret etmekten, iftira atmaktan ve çirkin çirkin lakaplar takmaktan hiç çekinmeyen bir ailenin günümüzdeki son temsilcisini anlatacağız. Hani dedesi İçişleri Bakanlığı ve TBMM Başkanvekilliği, amcalarından bir tanesi 12 Mart döneminde Devlet Bakanlığı, Fahri Korutürk dönemindeyse Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yapmış, diğer amcası TRT’nin ilk Genel Müdürü olan, babası ise Gümrük ve Tekel Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı görevlerinde bulunmuş bir isim. Hani saltanat kalkmıştı? Adamlar babadan oğula, oğuldan toruna… Eminim ki yaşça biraz büyük olan ve Türk siyasetini
Kısa bir zaman önce hayatını kaybeden tarihçi, araştırmacı, yazar Kadir Mısıroğlu ile ilgili birçok değerlendirme birçok paylaşım görmüşsünüzdür sosyal medya platformlarında. Bir tayfaya göre tarihi gerçekleri böyle belgeli, kaynaklı anlatan Osmanlı’nın endamını, özgüvenini, gücünü, kudretini bütün hayatına nakşeden Türk ve Müslüman bir adamdı Kadir Mısıroğlu. Üstat… Yaptığı tespitleriyle, öngörüleriyle uzun yıllar isminden bahsettirecek magazinel tavırlarıyla veyahut da hamasi sloganik çıkışlarıyla değil de yazmış olduğu 60´a yakın kitabıyla; fikir kitapları, romanlar, şiir kitabı, Cüneyt Emiroğlu mahlasıyla yazdığı makaleleriyle Kadir Mısıroğlu yaşadığı devirde davasına ve kavgasına elinden geldiği kadar katkı sağlamıştır. 1996yılında herkes Fethullah Gülen’i ve onun yanındakileri
Akdeniz’in tam ortasında bulunan, stratejik öneminden ziyade iki farklı milletin problemsiz bir şekilde yaşadığı bir yerdi Kıbrıs adası. Kıbrıs, 1940’lı yıllardan sonra türlü zulümlere şahitlik etti. Faşist Makarios’un -ki İstanbul Beylikdüzü’nde de heykeli var- o Makarios’un emrindeki Rum EOKA teröristleri tam 20 yıl boyunca adada yaşayan Müslüman ve Türklere hayatı zindan ediyordu. Uzun yıllar boyunca; işe giderken kaçırılan ve öldürülen, mezar taşları dahi bulunamayan insanlardan tutun da nüfusunun tamamı öldürülüp toplu mezarlara gömülen köylere kadar, yıldız bir futbolcuyken veyahut da gencecik bir öğretmenken evlerini savunmak ve ailelerini savunmak için hayatlarından vazgeçen insanlara kadar, birlikte görev yaptığı arkadaşları tarafından sadece ve sadece Türk olduğu için
Bazı özel zamanlar, olaylar, gelişmeler vardır; böyle sapı da samanı da çok iyi ayırırsın birbirinden. Yine bazı zamanlar vardır ki aslında ne olduğunu, kim olduğunu bildiğin tiplerle yüzleşmeye bir neden ararsın. Onlar böyle göğüs hizana topu çıkarırlar sen de golü çakarsın. Böyle şekilli başlayayım dedim konuşmaya sonra bana da demesinler avam, yakışıksız, bu nasıl bir üslup falan filan diye. Derler mi derler… Karabağ’da 28 yıllık bir işgalin hesabı soruluyor bugün. Yıllardır savunmada, bir adım geride duran, hep teyakkuzda bekleyen can Azerbaycan artık yeter dedi ve Ermenilerin işgaline karşı da hodri meydan diyerek atak pozisyonuna geçti. Hani derler ya, Türklerin iki özelliği vardır: Biri Türk’ü meydana davet ettin mi mutlaka iner meydana, ikincisi de ne kadar uzun sürerse
Hep korktuk. Hep böyle bir pısırık kalmaya, mahcup takılmaya, yok efendim işte düğme iliklemeye zorunlu hissettik kendimizi, aman bilmesinler, aman duymasınlar, aman anlamasınlar halimizi diye takıldık öylecene. Değerlerimizi, inançlarımızı ve savunduklarımızı bu şekilde yaşayama öğrenilmiş çaresizlikle mecbur bırakıldık. Konuya şöyle gireceğim: Birleşik Arap Emirliklerinden bir grup iş adamı Hz. Muhammed’e yani peygamberimize hakaret eden İsrail takımı Beitar Jerusalem’e sponsor oldu ve aynı Birleşik Arap Emirlikleri, Hz. Muhammed’e ve Arap halkına hakaret eden bu ırkçı futbol takımı Beitar Jerusalem’e sponsor olacağını da böyle övgülerle, törenlerle gazetelerin birinci sayfalarından manşetlerle duyurdu. Öyle adım geçmesin, aman işte kimliğim belli olmasın…
Beyin ölümü yakın tarihte gerçekleşmiş olan bu Fransız Cumhurbaşkanı Macron, unuttu demek ki ne olduğunu. Ne oldu? O küçücük boyundan lafları edemez herhalde. Çıldıracaklar, delirecekler, kuduracaklar. Dibine kadar, sonuna kadar, ölümüne kadar Erdoğan demek Türkiye demek ve bu zihniyetin ümüğüne yapışmak demektir. Bir Fransız atasözü dermiş ki, “Hırsıza hırsız olduğunu unuttursanız size ahlak dersi vermeye kalkar.” Yazık, vallahi yazık. Beyin ölümü yakın tarihte gerçekleşmiş bu Fransız Cumhurbaşkanı Macron, unuttu herhalde ne olduğunu, hatırlamıyor belki de, aklı yetip de bilemiyor yoksa bu çapsızlıkla kalkıp da boyundan büyük o lafları etmezdi herhalde. Hatırlatalım öyleyse, unutturmayalım Fransa’nın tarihindeki katliamları, sömürü ile kimlerin tepesine çöküp mazlum